HIDAYET
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Търсене
 
 

Display results as :
 


Rechercher Advanced Search

Keywords

Latest topics
» İster İdim Allah’ı
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyЧет Окт 27, 2011 2:35 pm by sunay

» Bir ben vardır bende benden içerü
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyЧет Окт 27, 2011 2:25 pm by sunay

» Allah gıflerı
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyПон Авг 29, 2011 12:51 pm by ferdi7o

» BAYRAM NAMAZI
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyПон Авг 29, 2011 12:18 pm by ferdi7o

» TERAVİH NAMAZI KILINIŞI
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyПон Авг 29, 2011 12:15 pm by ferdi7o

» CENAZE NAMAZI KILINIŞI
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyПон Авг 29, 2011 12:14 pm by ferdi7o

» CUMA NAMAZININ KILINIŞI
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyПон Авг 29, 2011 12:12 pm by ferdi7o

» İlim ilim Bilmektir
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyВто Авг 23, 2011 1:59 pm by ferdi7o

» TÜRK-İŞ’TE BİR AKŞAM
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyПет Авг 19, 2011 12:39 am by ferdi7o

Latest topics
» İster İdim Allah’ı
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyЧет Окт 27, 2011 2:35 pm by sunay

» Bir ben vardır bende benden içerü
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyЧет Окт 27, 2011 2:25 pm by sunay

» Allah gıflerı
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyПон Авг 29, 2011 12:51 pm by ferdi7o

» BAYRAM NAMAZI
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyПон Авг 29, 2011 12:18 pm by ferdi7o

» TERAVİH NAMAZI KILINIŞI
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyПон Авг 29, 2011 12:15 pm by ferdi7o

» CENAZE NAMAZI KILINIŞI
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyПон Авг 29, 2011 12:14 pm by ferdi7o

» CUMA NAMAZININ KILINIŞI
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyПон Авг 29, 2011 12:12 pm by ferdi7o

» İlim ilim Bilmektir
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyВто Авг 23, 2011 1:59 pm by ferdi7o

» TÜRK-İŞ’TE BİR AKŞAM
DABBET’ÜL ARZ NEDİR? EmptyПет Авг 19, 2011 12:39 am by ferdi7o

Май 2024
ПонВтоСряЧетПетСъбНед
  12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

Календар Календар

free forum

Dostuz bizi bulun
www.dostuz.bulboard.com

DABBET’ÜL ARZ NEDİR?

Go down

DABBET’ÜL ARZ NEDİR? Empty DABBET’ÜL ARZ NEDİR?

Писане by ferdi7o Вто Авг 02, 2011 12:37 am

DABBET’ÜL ARZ NEDİR?







Eûzubillâhimineşşeytânirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm
Sevgili kardeşlerim!
Bir cuma günün akşamında, yine gönül gönüleyiz. İnşaallah Allah’ın bir
zikir sohbetinde yine birlikteyiz, Efendimizin himmetiyle.
Kardeşlerimle, kalplerimiz bir anda birlikte atıyor, sevgili
kardeşlerim, “Allah, Allah, Allah” diye zikrediyor. Yüce rabbimize
sonsuz hamd ve şükrolsun. Sevgili Efendimizden aldığımız sevgi
çiçeklerini, birlikte bütün cihâna yine birlikte dağıtacağız. El ele,
gönül gönüleyiz.
İnşaallah sevgili kardeşlerim! Bu sohbetimizin konusu, ahir zaman
alâmetlerinden olan ve birçok hadîslerde ve Kur’ân-ın Neml Suresinin 82.
âyetinde bildirilen “Dabbet’ül arz”

Sevgili kardeşlerim! Bu devire kadar kimsenin hakkında kesin bir
bilgisi olmadığı Neml Suresinin 82. âyet-i kerimesindeki “dabbet’ül arz”
bütün devirlerde bahis konusu olmuş.

Ve “dabbe” yürüyen, hareket halinde olan bir canlı mânâsına geldiği
için, birçok İslam âlimleri, bu âyet-i kerimedeki müteşabih olan
Dabbet’ül Arz’ı, yerden çıkacak bir hayvan olarak yorumlamışlar. Ve bu
konudaki rivayetlerde birçok ihtilaflar oluşmuş, birçok da mevzu
hadîsler meydana gelmiş.

Bu âyetteki Dabbet’ül Arz, yerden bir dabbenin çıkarılması müteşabihat olarak buyurulmuştur. Bu
âyet, ve bu konudaki hadîsler müteşabihtir. Fakat zamanla bu konuda
birçok yorum getirilmiş hadîslere, Hadîs-i Şerif’in aslında olmayan bazı
kelimeler karıştırılmış ve dabbe yerine hayvan olarak yazılmış ve
böylece bu konuda birçok mevzu hadîsler meydana gelmiş, sevgili
kardeşlerim.

Bediüzzaman Hazretleri de aynı şekilde, bir kısım hadîs rivayet eden
içtihad âlimlerinin, tefsir ettikleri hadîslerdeki kendilerinden yorum
getirdikleri hatalı olması mümkün olan bazı kelimelerin, hadîslerin
aslındaki kelimeler ile birbirine karışarak hadîs zannedildiğini ve bazı
hadîslerin asıl mânâsının gizlendiğini söyler. İşte bu sebepten dolayı
bir çok “mevzu” hadîsler meydana gelmiştir. Bediüzzaman der ki:

Hem bir kısım râvîlerin (hadîs rivayet edenlerin)
kabil-i hatâ (hatalı olması mümkün) içtihadlarıyla olan tefsirleri ve
hükümleri, hadîs kelimelerine karışıp hadîs zannedilir, mânâ gizlenir.
Vâkıa mutabakatı görünmez, müteşabih hükmüne geçer.
Şualar | Beşinci Şuâ | 501
Öyleyse Dabbe nedir? Dabbe; yürüyen, hareket eden bir canlı anlamına gelmektedir. Allahû Tealâ Fatır-45’de buyurur ki:



35 / FATIR – 45: Ve lev yûâhızullâhun nâse
bimâ kesebû mâ tereke alâ zahrihâ min dâbbetin, ve lâkin yûahhıruhum ilâ
ecelin musemmâ(musemmen), fe izâ câe eceluhum fe innallâhe kâne bi
ibâdihî basîrâ(basîren).


Ve eğer Allah insanları, kazandıkları şeyler sebebiyle muaheze
etseydi (sorgulasaydı), onun üstünde (yeryüzünde) dabbe (yürüyen bir
canlı) bırakmazdı. Ve lâkin belirlenmiş bir zamana kadar onları tehir
eder (erteler). Fakat onların ecelleri geldiği zaman (hesaba çeker).
Muhakkak ki Allah, kullarını görendir.
Bu âyeti kerimede anlaşıldığı gibi sevgili kardeşlerim, bu âyeti
kerimede Rabbimiz, dabbe için insanları da içine alarak yeryüzündeki
bütün canlı varlıkları kasdediyor. Ve bu âyetteki “onların ecelleri geldiği zaman (hesaba çeker).”
ifadesiyle ecelleri yani ölüm geldiği zaman hesaba çekilecek olanlar
insanlardır, hayvanlar değildir. Yani anlaşıldığı üzere bu âyette geçen
dabbe, yürüyen canlılar mânâsı, yeryüzünde yaşayan insanlar ve
hayvanlarla birlikte bütün canlı varlıklara hitab edilmiştir.

Ve ayrıca Allahû Tealâ’nın Neml-82’de “Onların üzerine
(Allah’ın Kitap’ta söylediği) söz vuku bulunca, onlara arzdan dabbe
çıkardık (çıkarırız). İnsanların (Kitap’taki) âyetlerimize yakîn hasıl
etmediklerini söyleyecek.”
diye buyurduğu gibibu
dabbenin, konuşabilen ve belli bir mesaj veren bir varlık olduğu ve
konuşmasının tüm insanlığa yönelik olduğu açık olarak görülmektedir ve
bu dabbenin insanların Kitap’taki âyetlere yakîn hasıl etmediklerini
söyleyerek uyaracağı açıklanıyor.

Ve gene sevgili kardeşlerim, bir önceki sohbetimizde de Efendimizin
himmetiyle açıklamaya gayret ettiğimiz gibi, birçok rivayetlerde de
Mehdi (A.S)’ın semadan yani uydudan bütün insanlığa sesleneceği ve
adının duyulacağı ve görüleceği açıklanıyor. Ve ayrıca dabbenin sakallı bir insan olacağı da bildirilmektedir:

Hz. Ali’nin rivayetine göre: “hayvan değil sakalı olan bir Dabbe’dir.” (Esbab-i Nüzul 8/393)



Musa’nın asasının ve Süleyman’ın mührünün yanında bulunması ve nâs (insan) ile konuşması onun bir insan, hem de sakallı bir insan olacağına delâlet eder.Esbab-ı Nüzul, 8/394
Gene başka bir kaynakta Hazreti Ali’nin rivayetine göre “Dabbe Kuyruğu olan hayvan değil, SAKALI olan bir RECÜL(adam).” (E. Hamdi yazır tefsiri Neml 82. ayet) buyuruluyor.

İşte sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ’nın Neml-82’de bildirildiği gibi “söz vuku bulunca”
yani Allah zamanı gelmeden hiçbir şeyi açıklamaz ve zamanı gelince yani
ahir zamanda Rabbimiz, Dabbet’ül Arz’ın ne olduğunu Mehdi (A.S) ile
açığa çıkarıyor.

Esbab-ı Nüzul, 8/393 ve 394’de: Hazreti Ali (R.A)’ın rivayetinde: “hayvan değil sakalı olan bir Dabbe’dir.” diye buyurulduğu gibi ve gene aynı kaynakta nâs (insan) ile konuşması onun bir insan, hem de sakallı bir insan olacağına delâlet eder.” diye
buyurulduğu gibi, Dabbe’tül Arz Mehdi (A.S)’ın sesinin, tebliğinin
semadan uydudan, televizyon ekranlarına aktarılan yayından bütün dünyaya
duyurulması ve O’nu televizyonda insanların Hazreti Ali (R.A)’nın
rivayetine göre sakallı bir insan olarak görmesidir. Öyleyse bu konuyu
detaylarıyla incelemeye çalışalım. Efendimizin himmetiyle inşaallah.

Bu âyetteki “onların üzerine arzdan bir dabbe çıkarırız”ın anlamı, uydunun arzdan yani yeryüzünden yukarıya yükseltilmiş, yukarıya çıkarılmış bir teknik cihaz olmasıdır.

Yerden yani yerküresi dünyadan bir dabbe çıkıyor, nereye çıkıyor?
Dünyanın üzerine, yukarıya doğru yani gökyüzüne doğru çıkartılıyor.
Oradanda televizyon ekranlarına yansıyor ve Hazreti Ali (R.A)’ın
rivayindeki sakallı bir adam yani Mehdi (A.S) bu televizyon
ekranlarından bu âyette: İnsanların (Kitap’taki) âyetlerimize yakîn hasıl etmediklerini söyleyecek.”
diye buyurulduğu gibi, insanlara Allah’ın âyetlerine yakîn hasıl
etmediklerini söylüyor. Gerçekten Mehdi (A.S) insanlara Allah’ın
âyetlerinden gafil olduklarını bütün âyet-i kerimelerle haykırıyor,
sevgili kardelerim.

Öyleyse neden Yüce Rabbimiz bu âyette “söz vuku bulduğu zaman” diyor?
Çünkü bu olayın vuku bulabilmesi için, ahir zamanda öncelikle Mehdi
(A.S)’ın zuhur etmiş olması gerekiyor ve öyle bir zamanda zuhur etmesi
gerekiyor ki, bu zaman ahir zamandaki yeryüzünden semaya çıkarılmış olan
uydudan televizyon ekranlarına yansıyan yayının yapıldığı bir zamandır.
İşte bütün bunların birleşimiyle yani televizyon gibi teknik cihazların
mevcud olduğu ahir zamanda Mehdi (A.S)’ın zuhuruyla, söz vukû buluyor.

Bu âyetteki ahir zamanda beklenen, arzdan çıkacak olan, ne olduğu
bilinmeyen Dabbet’ül Arz, “debb” eden; hareken halinde yürüyen,
hareketli canlı bir varlık olmasının sebebi, sürekli hareket halinde
olan televizyon ve radyoya ait olan yayın dalgalarının
bir anda her tarafa ulaşabilmesi ve dünyanın her yerinden izleme imkânı
olanların izleyip dinleyebilmeleri ve Mehdi (A.S)’ı görüp tebliğini
duyabilmeleridir.

İşte dabbenin arzdan çıkarılan ve yürüyen, hareketli bir varlık,
nesne olması, semadan yani uydudan her tarafa dağılan televizyon
yayınına ait dalgalara işaret etmekle birlikte, bu duruma göre Dabbet’ül
Arz sakalı olan ve konuşan, tebliğde bulunan bir insandır. Yani
televizyon ve radyodan sesi bir anda bütün dünyaya hitap edebilen ve
insanlara Allah’ın âyetlerini yakîn hasıl etmediklerini açıklayarak
uyarıda bulunan ve bir anda birçok kişiler tarafından görülebilen Mehdi
(A.S)’dır.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, 1400 sene öncesiyle bu devri
karşılaştırdığımızda, o zamanın görüşüyle bu konuya baktığımızda, bir
kişinin bir anda bütün dünyadan görülebilmesi çok olağanüstü bir şeydir.

Mehdi (A.S)’ı televizyon ekranlarında birçok evlerde bir anda bütün
dünyadan görebilmek ve tebliğini duyabilmek, bizim için gayet normal
gibi görünse de, fakat Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra ve Mehdi
(A.S)’dan önceki zamanlarda bu durum onlara göre olağanüstü bir
durumdur. Bu sebepten dolayı bu hadîsler, o zamanın anlayışına göre
söylenilmiştir. O zamanlar da uydu yoktu, televizyon yoktu ve bu gibi teknik cihazlar bilinmiyordu.

Öyleyse sevgili kardeşlerim! Bütün konumuzu birleştirdiğimizde,
yerden bir dabbenin yani uydunun gökyüzüne çıkarılması ve semadan her
tarafa dağılan yayın dalgalarından Hz. Mehdi (A.S)’ın radyo, televizyon
ve internet aracılığı ile bütün her yere sesini duyurması ve O’nun
görülmesidir.

İşte sözün vuku bulduğu bu zaman, insanların fitnede, gizli şirkin
içinde bulunduğu, Kur’ân ilminin hakikatlerinin unutulduğu ahir zamandır
ve Mehdi (A.S) bu dabbeden yeni televizyon ekranlarından tebliğini
duyuruyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadislerinde şöyle buyuruluyor:

İbni Mesut’tan nakledilmiştir: “Âlimler ölüp ilim ve Kur’ân ortadan kalktığı zaman yerden onlara konuşacak bir Dabbe çıkaracağız.” Kıyâmet Alametleri, 277



Dabbet-ül Arz çıkacak, yerle gök arasında olan herkesin duyabileceği bir sesle haykıracak. Kıyâmet Alametleri, 277

Çok yaygın ve sona ermesi mümkün görülmeyen bir fitne çıkacak ve bu fitne semadan 3 kez ”EMİR MEHDİ’DİR, GERÇEK ODUR” şeklindeki nidaya kadar sürecektir. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sf. 55, Kıyâmet alametleri 200)



…inşaallahû Tealâ, BİR MÜNADİ MEHDİ’NİN İSMİ İLE SEMADAN NİDA EDECEK Kİ, DOĞUDA BATIDA OLAN HERKES BU SESİ İŞİTECEK. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 32)
Ayrıca Kıyâmet alâmetlerinde, Dabbe’nin şeklinin tayin edilmiş olarak
her beldeden çıkacağı ve sadece bir tane değil, birden fazla olacağı da
bildiriliyor. Televizyon ve radyonun şekli tayin edilmiştir ve sadece
bir tane değil herkesin evinde bulunabilir. Dünyanın her yerinde, her
kavimde bulunanlar kendi lisanlarıyla iştitebilir.

İbni Alan’ın tefsirinde şöyle geçer: Her beldede , şekli tayin olunmuş bir dabbe çıkacak…. Çünkü Dabbe bir değil müteaddiddir (bir çoktur)… Kıyâmet alametleri, 280



İkdid-Durer’de der ki: Bu ses bütün yeryüzüne yayılacaktır, her kavim kendi dilinden duyacaktır. (Kitab-ül Burhan Fi Alamatil Mehdiyy-il Ahir Zaman, 51, Kıyâmet Alametleri, 201)



Semadan, arz ehline şamil olan bir ses ki, herkes bunu kendi lisanında işitir. (Kitab-ül Burhan Fi Alamatil Mehdiyy-il Ahir Zaman, 37)
Ve sevgili kardeşlerim, bu dabbenin birçok rivayetlerde söylenildiği
gibi, fitnelerin olduğu bir dönemde mü’min’i kâfirden, îmân eden
kişileri îmân etmeyen kişilerden ayırd ettirecek ve kâfirleri küfürden,
fasıkları da fısktan döndürecek, insanların hakikî îmânın sahibi ve
basiret sahibi olmaları için tebliğde bulunacağı ifade buyurulmaktadır.
Rivayetlerde şöyle buyuruluyor:

Dabbet-ül Arz mü’minin yüzünü ağartır. (Esbab-i Nüzul Tefsiri, 8/394)



Dabbet-ül Arz, kâfirin burnunu kırar. (Kıyâmet alametleri, 277)
Gene Ölüm-Kıyâmet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, 475’de buyurulur ki:

…İslâm dîninin en muazzam, en büyük hükümleri
kalkıp gittiği, insanlar eski (fena) adetlerine dönmeye ve yeni yeni
küfür ile fısk u fücur fiilleri (ve çeşitli ahlâksızlık, rezillikleri
alenen) işlemeye başladıkları zaman ki,…


işte o sırada Yüce Allah insanlar içine, mü’mini kâfirden,
inananı inanmayanlardan ayırd ettirecek, yerden bir dabbe çıkartır da
bununla kâfirler küfründen, fasıklar da fısk u fücurlarından dönmeleri,
basiret sahibi olmaları ve içinde bulundukları kötülüklerden, isyan
fiillerinden, serkeşliklerinden gerisin deriye dönmeleri içindir.
(Ölüm-Kıyâmet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, 475)
Gene bir Hadîs-i Şerif’de de buyurulur ki:

“Yeryüzünde mevcut topraktan veya yünden yapılmış her eve Allah, mutlaka İslâm’ın mesajını sokacaktır.
Bu, bir kısmını aziz, bir kısmını da zelil kılacaktır. Allah’ın hidâyet
nasib ettikleri ona (isteyerek) dâhil olup izzet bulacaklar…”
Kutub-i Sitte 4. (52)
İşte sevgili kardeşlerim! Ahir zamanda televizyon, radyo ve internet
aracılığı ile Allahû Tealâ, Mehdi (A.S)ın dilinden İslâm’ın mesajını
mutlaka ulaştırmaktadır. Mehdi (A.S), bu dabbeden yani arzdan semaya
çıkarılmış uydudan bütün dünyaya sesleniyor ve bütün insanlığa Allah’ın
emri ile Allah’a ulaşmayı dilemelerinin Kur’ân-ı Kerîm’e göre üzerimize
farz olduğunu tebliğ ediyor.

İşte Allah’ın İslâm’ı her eve onun aracılığı ile sokması, fakat bir
kısmının azîz ve bir kısmının da zelil kılınacağı, insanların Allah’a
ulaşmayı dileyerek hidayete ereceklerini ve inkâr edenlerin ise
dalâlette kalacaklarını, hüsrana, fıska düşeceklerini anlatıyor.

Çünkü Rabbimiz, Hz.
Mehdi (A.S)’ın aracılığı ile İslâmiyeti bütün dünyaya televizyon,
internet ve radyo arıcılığı ile duyurmaktadır ve O’nun talebeleri olan
kardeşlerimiz de ayrıca tebliğlerini birçok insanlığa duyurmak için
gayret sarfediyor.


Neml Suresinin 82. âyet-i kerimesinde bildirildiği gibi Mehdi (A.S),
insanların Allah’ın âyetlerine yakîn hasıl etmediklerini yani Allah’a
ulaşmayı dilemedikleri için âyetlerden gâfil olduklarını ve âyetleri
yalanladıklarını söylüyor. Çünkü Yunus Suresi’nin 7. âyet-i kerimesine
göre Allah’ın âyetlerinden gâfil olan kimseler yani Allah’ın âyetlerine
yakîn hasıl edemeyen kişiler, Allah’a ulaşmayı dilemeyen kimselerdir:

27/NEML-82: Ve izâ vakaal kavlu aleyhim
ahracnâ lehum dabbeten minel ardı tukellimuhum ennen nâse kânû bi
âyâtinâ lâ yûkınûn(yûkınûne).

Onların üzerine (Allah’ın Kitap’ta söylediği) söz vuku bulunca, onlara arzdan dabbe çıkardık (çıkarırız). İnsanların (Kitap’taki) âyetlerimize yakîn hasıl etmediklerini söyleyecek.

7/A’RAF-146: Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl
ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in
yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi
yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû
anhâ gâfilîn(gâfilîne).


Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden
çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu
görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol
edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.



10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme’ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a
ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla
doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.



10/YÛNUS-8:Ulâike me’vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Fakat sevgili kardeşlerim! İnsanlar bu Neml-82’deki müteşabih âyet ve
bu konudaki birçok müteşabih hadîslerden yola çıkarak birçok farklı
yorum getirilmiş olan mânâlardan ve mevzu hadîslerden esinlenerek, ahir
zamanda şekli acayip olan bir hayvanın çıkacağını veya Mehdi (A.S)’ın
semadan göklerde görünerek bir anda bütün insanlığa sesleneceğini
zannederek, bu konuda mucizeler bekliyorlar.

Sevgili kardeşlerim! Zaten bu zaman ile, bundan önceki zamanları
kıyaslarsak, Mehdi (A.S)’ın bütün dünyada bir anda televizyon
ekranlarında görünerek tebliğini bir anda bütün dünyaya haykırabilmesi,
zaten onlar için bir mucize idi. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonraki
o zamanlarda böyle bir imkan yoktu ve onlar için bu durum zaten çok
olağanüstü bir olaydır. Fakat bu devirdeki insanlık, zaten böyle bir
ortamın içinde doğup büyüdüğü için, böyle bir olayın vuku bulması gayet
normal görünüyor.

Fakat sadece bunu bile düşünürsek eğer, Mehdi (A.S)’ı televizyon
ekranlarında görebilmek ve tebliğini duyabilmek, Allahû Tealâ’nın şu
ahir zamanda bütün insanlığa sunduğu büyük bir ikramıdır, bir lûtfudur.

14 asır önce insanlık, Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i
dinleyebilmek için kilometrelerce yol katediyorlardı, sevgili
kardeşlerim. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra Hz. Ebu Bekir (R.A)
veya Hz. Ali (R.A)’ın sohbetlerini, onlardan Kur’ân hakikatlerini
dinleyebilmek için, yine kilometrelerce yol katediliyordu.

Fakat öyle bir zamandayız ki, sadece televizyonun bir düğmesine
basarak, veya internete girerek Mehdi (A.S)’ın o hak sohbetlerini
evimizde otururken dinleyebiliyoruz. Zaten bu konu üzerinde düşünürse
insan, sadece bunun bile insanlığa Rabbimizin bir ikramı bir lûtfu
olduğunu olduğunu görüyoruz, sevgili kardeşlerim. Ve daha önceki
devrelerde yaşamış insanlar içinde bu olağanüstü bir lûtufdur.

İşte sevgili kardeşlerim, Efendi Hazretleri, Nur TV ekranlarından bütün dünyaya tebliğini duyuruyor ve gene herkes www.mihr.com
adlı siteden de onun sohbetlerini dinleyebilir ve kendisini görebilir.
Öylese sevgili kardeşlerim! Önemli olan, onun sözlerine kulak vererek bu
hakikatlerin kıymetini bilmektir.

Her zamanda söylediğimiz gibi, bu dünya bir imtihan yeridir ve Mehdi
(A.S) ahir zamanın en büyük imtihanıdır. Ve sevgili kardeşlerim! Bu
âyet-i kerime ve bu konudaki hadîsler müteşabihtir ve gerçekten de söz
vukû bulunca Allahû Tealâ Mehdi (A.S) ile bu ahir zaman hâdiselerinin
sırlarını açığa çıkarmıştır.

Eğer sevgili kardeşlerim! Gerçek îman, mucizelerin gösterilmesiyle
olsaydı, “Peygamber Efendimiz (S.A.V) 14 asır önce sahâbesine: “sakın benden bir mucize istemeyin” demezdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sahâbesinden beklediği îmân, Hazreti Ebu Bekir (R.A.)’ın îmânı gibidir.

Bilindiği gibi hazreti Ebu Bekir erkeklerden ilk îman eden kişiydi ve her zaman da “Resûlullah ne söylemişse o doğrudur” demiştir.

İnsanlar eğer gerçekten bir mucize arıyorlarsa, Mehdi (A.S)’ın
Allah’tan getirdiği Kur’ân hakikatlerine baksınlar ve dikkatlice
incelesinler ve Allah’a ulaşmayı dilesinler ki; işte o zaman o mucizeyi
çoooktan kardeşlerimiz gibi kalplerinde bulacaklardır.

Ve Allah’a ulaşmayı dilemek cihetiyle kazanılan Allah sevgisi
olduğunu gördüklerinde, işte o zaman Mehdi (A.S)’ın getirdiği
hakikatlerin gerçek olduğunu göreceklerdir. Çünkü en büyük mucize
âyetlerdir ve Mehdi (A.S)’ın elindeki Allahû Tealâ’dan getirdiği Kurân
hakikatleri ve bütün insanlığın kurtuluşu, Mehdi (A.S)’ın sohbetlerini
dinlemek ve unutulmuş olan hidayeti, ölmeden önce ruhun Allah’a
ulaşmasını Yüce Rabbimizden dileyerek, hidayete ermek. İşte Mehdi
(A.S)’ın getirdiği hakikatler, ahir zamanda unutulmuş Kurân hakikatleri
ve Allah’ın kendisine verdiği Kurân ilmidir.

Sevgili kardeşlerim, Mehdi (A.S) sürekli Rad suresinin 27. âyeti
kerimesini bütün insanlığa duyurarak Allahû Tealâ’nın Allah’a ulaşmayı
dileyen kişileri Kendisine ulaştırıp hidayet edeceğini bildiriyor. Ve: “eğer ki Allah’a ulaşmayı dilemezseniz dalalette kalırsınız” diye bütün insanlığı uyarıyor.

Aynı şekilde 14. asır önce de Rad Suresinin 27. âyet-i kerimesinde
bildirildiği gibi; Yüce Rabbimiz Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?“
diyen kâfirlere cevap olarak şöyle söyletiyor ve Yüce Rabbimiz
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bu mucize isteyen kafirlere gitmesini
emrederek: “onlara de ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi
dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete
erdirir).”
Buyuruyor.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu âyette tebliğde bulunarak Allah’a
yönelen kişileri Allah’ın kendisine ulaştıracağını ve dalâlette olan
kişileri de oldukları halde yani dalâlatte, karanlıkta bırakacağını
söylüyor.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) onları Allah’a ulaşmaya davet ederek,
dalâletten kurtarmak için çabalıyor, ama onlar ne yapıyor sevgili
kardeşlerim? Tebliğin karşılığında sadece Allah’a îmân ederek ve bir
dilek dileyerek Allah’a yönelmek yerine, inanmıyor, şüpheler içinde
kalıyorlar ve illede bir mucize istiyorlar.

Oysaki sadece Allah’a inanmak yeterli değildir ve Rabbimiz’in 14 asır
öncede, bütün devrelerde ve bu devirde de insanlardan tek istediği;
insanların, sadece bir taleple Kendisine yönelmeleri, O’na ulaşmayı
dilemeleri ve hidayete ermeleridir. Sadece bir dilek. Kendisine
ulaştıracak olan Yüce Rabbimizdir.

Sadece ölmeden önce, Allahû Tealâ’nın üzerimize vermiş olduğu ruh
emanetini: “Allah’ım! Şu dünya hayatını yaşarken, ölmeden önce, Üveys el
Karanî Hazretleri gibi, Mevlâna Hazretleri gibi, Yunus Emre Hazretleri
gibi ve Allah’ım! Senin dostların gibi ölmeden önce ruhumu Sana
ulaştırmayı diliyorum” diyerek, sadece bir dilek dilemek. Ulaştıracak
olan Yüce Rabbimizdir.

Sevgili kardeşlerim! Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişileri Yüce
Rabbimiz, oldukları halde bırakarak, onları isyanları ve şüpheleri
içinde dalâlette bırakacağını söylüyor. Yüce Rabbimiz, Rad Suresinin 27.
ve A’raf Suresinin 186. âyetlerinde buyurur ki:



13/RAD-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ
unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men
yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).

Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?”
derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve
O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”

7/A’RAF-186 :Men yudlilillâhu fe lâ hâdiye leh(lehu), ve yezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).

Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi
(hidayete erdiren) yoktur. Ve onları azgınlıkları (isyanları) içinde
şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır).
Sevgili kardeşlerim! Demek ki Rad-27’ye göre Mehdi (A.S) hidayete
davet ediyor, Allah’a davet ediyor. Hidayete ermeye davet ediyor. Mehdi
(A.S), elindeki Allahû Tealânın kendisine açıklattığı Kur’ân âyetleriyle
insanları Allah’a ulaşmayı dilemeye davet ediyor. Fakat insanların çoğu
tarafından inkâr ediliyor ve hatta inkâr edilmekle kalmayıp üzerine
zanla iftiralar da atıyorlar.

Demek ki önemli olan gözle görülen değil, kişinin kalbinde Allah ile
olan ilişkisidir. Allah’a karşı duyulan sevgi ve muhabbettir. Allah’a
ulaşmayı dileyerek, Rabbimiz’i ve rızasını istemektir. Her halinle Allah
için olmaktır. Hâl böyle olunca, Allahû Tealâ dostlarına zaten
hakikatleri kalp gözlerine mutlaka gösterecektir.

Ve gerçekten de Yüce Rabbimiz, âlem-i mânâda Peygamber
Efendimiz (S.A.V) ile görüşebilen birçok kardeşlerimize ve kâmil
mürşidlere de Efendi Hazretlerinin Mehdi (A.S) olduğunu, kalp gözlerine
göstermiştir.


Demek ki önce îmân ve o îmânı sağlamlaştırmak gereklidir ve kişi
Allah’a daha çok lâyık olmak için îmânında sebat gösterdikçe, Yüce
Rabbimiz dostuna zamanla hakikatleri de bildirecek ve gösterecektir. Hiç
Yüce Rabbimiz dostlarını yardımsız, başıboş bırakır mı sevgili
kardeşlerim?

İnşaallah, bu sohbetimizin “Dabbet-ül Arz” konusuna geri dönersek,
Allahû Tealâ bu âyetteki Dabbet-ül Arz kelimesini müteşabih olarak
söylemiştir.

Fakat bu konuda birçok yorum getiren âlimler, dabbe kelimesinden
çıkarak Dabbet-ül Arz’ı bir hayvan olarak yorumlamışlar ve hatta bu
hayvanın şeklini bile tasavvur ederek tayin etmişlerdir.

Evet, yürüyen canlılara dabbe denilmesiyle birlikte, fakat bu
âyetteki “Dabbet-ül Arz” müteşabihtir ve illede hayvan anlamına gelmez.
Allahû Tealâ bu Dabbet-ül Arz’ı zamanı gelmediği sebebiyle kimseye
bildirmediği için, âlimler böyle bir yorum getirmişlerdir. Allahû Tealâ
daha önce bu âyetin hikmetini neden bildirmemiştir? Çünkü âyette de
buyulduğu gibi henüz söz vuku bulmadığı için.

Sözün vuku bulması için öncelikle zaman, dabbenin arzdan yani uydunun
yerküresi dünyadan göklere çıkarıldığı ve bu uydudan da sürekli hareket
halinde olarak dağılan dalgaların, televizyon ekranlarına aktarılarak
Mehdi (A.S)’ın televizyonda görülebileceği ve sesinin ve tebliğinin
duyulabileceği ve insanlara Allah’ın âyetlerine yakîn hasıl
etmediklerini söyleyebileceği ahir zaman olması gerekiyor ve bu
televizyonun bulunduğu ahir zamanda da Mehdi (A.S)’ın zuhur etmesi
gerekiyor ki, söz vuku bulsun, sevgili kardeşlerim.

Evet, gerçekten de söz vuku bulmuş ve Mehdi (A.S) televizyon,
internet ve radyodan bütün insanlığa tebliğini haykırıyor, sevgili
kardeşlerim.

Fakat söylediğimiz gibi söz vuku bulmadan önce, Allahû Tealâ bu
âyetin sırrını ve hikmetini bildirmemiştir. Hatta Said-i Nursî
Hazretleri dahi Şualar bölümünde bu konu hakkında kesin bir bilginin
sahibi olmadığını ve “Dabbet-ül Arz” için, onun tafsilini yani
açıklamasını başka meseleler gibi kesin olarak bilmediğini açıkça ifade
etmektedir. Said-i Nursî Hazretleri şöyle buyuruyor:

Amma “dâbbetü’l-arz”:
Kur’ân’da, gayet mücmel (kısa, öz, fakat az bir sözle çok mânâ ifade
eden) bir işaret ve lisan-ı halinden kısacık bir ifade, bir tekellüm
(konuşma) var. TAFSİLİ (izahı, açıklaması) İSE, BEN ŞİMDİLİK, BAŞKA MES’ELELER GİBİ KATİ BİR KANAATLE BİLEMİYORUM.
Şualar | Beşinci Şuâ | 510
İşte sevgili kardeşlerim! Daha önce bu müteşabih âyetin ve hadîslerin
sırrını bilmeyen alimler, dabbe: debb eden, hareket halinde ilerleyen
bir canlı varlık olması sebebiyle, hadîsler ve bu konudaki açıklamalarda
birçok yerlerde nerede Dabbet-ül Arz konusu geçiyorsa, hayvan olarak
yorum getirilmişler. Ayrıca Dabbet-ül Arz hakkında birçok farklı
yorumlar da getirmişler.

Bediüzzaman Hazretleri Şualarda, bu konuda ahir zamanda vuku bulacak
olaylarla ilgili hadîslerin bir kısmının aynen müteşabih âyetler gibi
ince ve derin mânâları olduğu için, muhkem hadîsler gibi herkesin tefsir
edemediğini ve bilemediğini ve tefsir yerine ancak kendilerine göre bir
yorum getirdiklerini söyler. Der ki:

…âhir zamanda vukua gelecek hâdisâta dair
hadîslerin bir kısmı, müteşabihat-ı Kur’âniye gibi, derin mânâları var.
Muhkemat gibi tefsir edilmez ve herkes bilemez. Belki tefsir (açıklama)
yerine tevil (yorum) ederler.
Şualar | Beşinci Şuâ | 497,798 (708)


Yani sevgili kardeşlerim! Birçok Hadîs-i Şerifler de, aynı şekilde
birçok âyet-i kerimeler gibi müteşabihtir ve anlamını herkes çözemez,
Allah herkese bildirmez. Ancak Al-i İmran Suresinin 7. Âyet-i
kerimesinde buyurulduğu gibi, daimî zikre ulaşmış olan, Allah’ın
kendilerine hikmeti bildirdiği ulûl’elbab çözebilir, Allah onlara
bildirir. Fakat dilediğine, dilediği kadarını bildirir sevgili
kardeşlerim:

3/ÂLİ İMRÂN-7: Huvellezî enzele aleykel
kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât
(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ
teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ
ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne
âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl
elbâb(elbâbi).
O (Allah) ki; Kitab’ı, sana O indirdi. O’ndan bir kısmı muhkem
(mânâsı açık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar,
(Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açık ve kesin âyetler)dir. Diğerleri ise müteşabih (mânâsı kapalı, açıklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde
eğrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çıkarmak ve (kendi yararına
uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)ın
müteşabih olan kısmına uyarlar. Halbuki onların tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan rasihun (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katından (indirilme)dir.”BUNU KİMSE TEZEKKÜR EDEMEZ ANCAK ULÛL’ELBAB TEZEKKÜR EDEBİLİR.
Kardeşlerim! Şunu da mutlaka vurgulamak istiyorum ki; bazı müteşabih
âyet ve hadîsler de vardır ki, Allah zamanı gelmeden hiç kimseye o
konuda bir bilgi vermez. Bir önceki geçmiş olan devrin imamları da olsa.
Her ne kadar Said-i Nursî Hazretleri de bir önceki devrin müceddidi
olsa da Allahû Tealâ ona da bu konu hakkında bir bilgi vermemiştir.

Her asırda zamanın bir devrin imamı vazifeli olduğu halde ve Allahû
Tealâ tasarrufu altına alarak, ona gaybı ve âyetlerin sırlarını
bildirdiği halde, fakat her şeyi açık açığına bildirmemiştir. Yani Allahû Tealâ dilediği kadarını bildirir.

Hz. Mehdi (A.S)’ın diğer devrin imamlarından farkı, Rabbimiz
kendisine ahir zamının kurtarıcısı Hz. Mehdi olması ve üç büyük
vazifenin sahibi olması ve üç vazifesinden biri olan dînleri
birleştireceği sebebiyle Kur’ân-ı Kerim ilminin bütününü vermiş ve ilmi,
önceki devrin imamlarından daha açık, anlaşılır bir şekilde bütün
sırlarıyla önüne açmıştır. Kendisine Allahû Tealâ tarafından bu üç büyük
vazife verilen Mehdi (A.S), Kur’ân hakikatlerini gece gündüz demeden
bütün dünyaya haykırmaktadır.

Sevgili kardeşlerim! Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrolsun ki;
Mehdi (A.S) başımızda. Bizler kardeşler olarak, sevgili Efendimiz Mehdi
(A.S)’ın kalbinden bizim kalbimize gelen Kur’ân hakikatlerini ve sevgili
Efendimizin kalbinden bizim kalplerimize dökülen sevgiyi, biz de
kardeşler olarak el ele gönül gönüle, kalplerimizdeki sevgi çiçeklerini
bütün insanlığın üzerine, birlikte serpiyoruz ve birlikte bütün
insanlığa bu sevgi çiçeklerini birlikte dağıtacağız, sevgili
kardeşlerim.

İnşaallah, Efendimizin himmetiyle sohbetimi burada tamamlamak
istiyorum. Bütün insanlığın kardeşlerimiz gibi, hem dünyalarının hem
ahiretlerinin sonsuz mutlu olmasını ve insanlığın da kardeşlerim gibi
Allah’a ulaşmayı dileyerek, Allah’a dost olmalarını Yüce rabbimden
dileyerek, sohbetimi inşaallah burada tamamlıyorum. Allah hepinizden
razı olsun. Sizleri çok ama çok seviyorum. (El Fatiha ma es Salâvât)



Sadıkun K. Mevlûd
ferdi7o
ferdi7o
Admin Webmaster

Брой мнения : 139
Join date : 07.07.2011
Age : 33

Върнете се в началото Go down

Върнете се в началото

- Similar topics

 
Права за този форум:
Не Можете да отговаряте на темите