HIDAYET
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Търсене
 
 

Display results as :
 


Rechercher Advanced Search

Keywords

Latest topics
» İster İdim Allah’ı
A'RÂF SURESI EmptyЧет Окт 27, 2011 2:35 pm by sunay

» Bir ben vardır bende benden içerü
A'RÂF SURESI EmptyЧет Окт 27, 2011 2:25 pm by sunay

» Allah gıflerı
A'RÂF SURESI EmptyПон Авг 29, 2011 12:51 pm by ferdi7o

» BAYRAM NAMAZI
A'RÂF SURESI EmptyПон Авг 29, 2011 12:18 pm by ferdi7o

» TERAVİH NAMAZI KILINIŞI
A'RÂF SURESI EmptyПон Авг 29, 2011 12:15 pm by ferdi7o

» CENAZE NAMAZI KILINIŞI
A'RÂF SURESI EmptyПон Авг 29, 2011 12:14 pm by ferdi7o

» CUMA NAMAZININ KILINIŞI
A'RÂF SURESI EmptyПон Авг 29, 2011 12:12 pm by ferdi7o

» İlim ilim Bilmektir
A'RÂF SURESI EmptyВто Авг 23, 2011 1:59 pm by ferdi7o

» TÜRK-İŞ’TE BİR AKŞAM
A'RÂF SURESI EmptyПет Авг 19, 2011 12:39 am by ferdi7o

Latest topics
» İster İdim Allah’ı
A'RÂF SURESI EmptyЧет Окт 27, 2011 2:35 pm by sunay

» Bir ben vardır bende benden içerü
A'RÂF SURESI EmptyЧет Окт 27, 2011 2:25 pm by sunay

» Allah gıflerı
A'RÂF SURESI EmptyПон Авг 29, 2011 12:51 pm by ferdi7o

» BAYRAM NAMAZI
A'RÂF SURESI EmptyПон Авг 29, 2011 12:18 pm by ferdi7o

» TERAVİH NAMAZI KILINIŞI
A'RÂF SURESI EmptyПон Авг 29, 2011 12:15 pm by ferdi7o

» CENAZE NAMAZI KILINIŞI
A'RÂF SURESI EmptyПон Авг 29, 2011 12:14 pm by ferdi7o

» CUMA NAMAZININ KILINIŞI
A'RÂF SURESI EmptyПон Авг 29, 2011 12:12 pm by ferdi7o

» İlim ilim Bilmektir
A'RÂF SURESI EmptyВто Авг 23, 2011 1:59 pm by ferdi7o

» TÜRK-İŞ’TE BİR AKŞAM
A'RÂF SURESI EmptyПет Авг 19, 2011 12:39 am by ferdi7o

Май 2024
ПонВтоСряЧетПетСъбНед
  12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

Календар Календар

free forum

Dostuz bizi bulun
www.dostuz.bulboard.com

A'RÂF SURESI

Go down

A'RÂF SURESI Empty A'RÂF SURESI

Писане by ferdi7o Вто Авг 02, 2011 1:11 am

A'RÂF



Bismillâhirrahmânirrahîm


7/A'RÂF-1: Elif, lâm, mim, sâd
Elif, Lâm, Mim,
Sâd.

7/A'RÂF-2: Kitâbun unzile ileyke fe lâ yekun fî sadrike haracun minhu
litunzire bihî ve zikrâ lil mu’minîn(mu’minîne).
Sana
indirilen Kitap, mü'minler için bir zikirdir (öğüttür) ve O'nunla onları uyarman
içindir. Artık ondan dolayı, göğsünde artık bir darlık (sıkıntı)
olmasın.

7/A'RÂF-3: Ittebiû mâ unzile ileykum min rabbikum ve lâ tettebiû min
dûnihî evliyâ(evliyâe), kalîlen mâ
tezekkerûn(tezekkerûne).
Rabbinizden size indirilene tâbî
olun. Ve ondan başka dostlar edinmeyin. Ne kadar az tezekkür
ediyorsunuz.

7/A'RÂF-4: Ve kem min karyetin ehleknâhâ fe câehâ be’sunâ beyâten ev
hum kâilûn(kâilûne).
Ülkelerden nicesini (kaç tanesini)
helâk ettik. Artık azabımız onlara geceleyin veya onlar öğle uykusu uyurken
geldi.

7/A'RÂF-5: Fe mâ kâne da’vâhum iz câehum be’sunâ illâ en kâlû innâ
kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
Azabımız onlara geldiği zaman,
onların duaları (yalvarmaları): “Muhakkak ki; biz zalimler olduk.” demekten
başka bir şey olmadı.

7/A'RÂF-6: Fe le nes’elennellezîne ursile ileyhim ve le nes’elennel
murselîn(murselîne).
O zaman kendilerine resûller gönderilen
kimselere ve gönderilen resûllere muhakkak soracağız.

7/A'RÂF-7: Fe le nekussanne aleyhim bi ilmin ve mâ kunnâ
gâibîn(gâibîne).
Öyleyse onlara, mutlaka bir ilim ile
anlatacağız. Biz gaibler (onların yaptıklarından habersiz) değildik.

7/A'RÂF-8: Vel veznu yevme izinil hakk(hakku), fe men sekulet
mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
İzin günü
(hesaplaşma günü) tartı (ölçü) haktır (gerçektir). Kimin (sevap) tartıları ağır
gelirse, işte onlar, onlar felâha erenlerdir.

7/A'RÂF-9: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum
bimâ kânû biâyâtinâ yazlimûn(yazlimûne).
Ve kimin (sevap)
tartıları hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize zulmettiklerinden dolayı
nefslerini hüsrana düşürmüş olanlardır.

7/A'RÂF-10: Ve lekad mekkennâkum fîl ardı ve cealnâ lekum fîhâ
maâyiş’(maâyişe), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Andolsun
ki, sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim kaynakları kıldık. Ne kadar
az şükrediyorsunuz.

7/A'RÂF-11: Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil
melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines
sâcidîn(sâcidîne).
Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra
size suret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (A.S)'a secde edin.” dedik.
İblis hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.

7/A'RÂF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene
hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min
tîn(tînin).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde
etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan
hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.”
dedi.

7/A'RÂF-13: Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ
fahruc inneke mines sâgirîn(sâgirîne).
(Allahû Tealâ):
“Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık.
Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.

7/A'RÂF-14: Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).
(Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe)
kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.

7/A'RÂF-15: Kâle inneke minel
munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ): “Muhakkak ki sen izin
(mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.

7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel
mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman
sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için)
oturacağım.” dedi.

7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an
eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum
şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden,
arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu
şükredenlerden bulmayacaksın.

7/A'RÂF-18: Kâlehruc minhâ mez'ûmen medhûrâ(medhûren), le men tebiake
minhum leemleenne cehenneme minkum ecmaîn(ecmaîne).
(Allahû
Tealâ): “Kınanmış (hor görülmüş) ve kovulmuş olarak oradan çık!” dedi. “Elbette
onlardan kim sana tâbî olursa, mutlaka sizin hepinizden cehennemi (tamamen)
dolduracağım.”

7/A'RÂF-19: Ve yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete fe kulâ min haysu
şi'tumâ ve lâ takrebâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez
zâlimîn(zâlimîne).
Ve ey Âdem! Sen ve zevcen cennette
yerleşin (oturun) sonra da, dilediğiniz yerden yeyin. Ve bu ağaca yaklaşmayın. O
zaman (yaklaşırsanız ikiniz) zalimlerden olursunuz.

7/A'RÂF-20: Fe vesvese lehumuş şeytânu li yubdiye lehumâ mâ vuriye
anhumâ min sev'âtihimâ ve kâle mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihiş şecereti illâ en
tekûnâ melekeyni ev tekûnâ minel hâlidîn(hâlidîne).
Şeytan,
onların (o ikisinin) görünmesi ayıp olan ve kendilerinden örtülmüş (gizlenmiş)
yerlerinin açığa çıkarılması için onlara vesvese verdi ve sonra da şöyle dedi:
“Rabbiniz (ikinizin Rabbi) sadece iki melek olursunuz veya (orada) ebedî
kalanlardan olursunuz, diye bu ağaçtan sizin ikinizi menetti
(nehyetti).”

7/A'RÂF-21: Ve kâsemehumâ innî lekumâ le minen
nâsıhîn(nâsıhîne).
Ve ikisine yemin etti: “Muhakkak ki ben,
sizin ikinize nasihat edenlerdenim.”

7/A'RÂF-22: Fedellâhumâ bi gurûr(gurûrin), fe lemmâ zâkâş şecerete bedet
lehumâ sev'âtuhumâ ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneh(cenneti), ve
nâdâhumâ rabbuhumâ e lem enhekumâ an tilkumeş şecereti ve ekul lekumâ inneş
şeytâne lekumâ aduvvun mubîn(mubînun).
Böylece o ikisini
aldatarak öncülük (önderlik) etti. Ağaçtan tadınca (meyvesini yeyince) ayıp
yerleri kendilerine göründü (açığa çıktı). Ve Rab'leri (ikisinin Rabbi), ikisine
şöyle seslendi: “Sizin ikinizi bu ağaçtan nehyetmedim mi (yasaklamadım mı)? Ve
sizin ikinize, muhakkak ki şeytan apaçık düşmandır.” demedim mi?

7/A'RÂF-23: Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve in lem tagfirlenâ ve
terhamnâ le nekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
İkisi şöyle
dedi: “Rabbimiz, biz nefslerimize zulmettik, şâyet Sen bize mağfiret ve rahmet
etmezsen, biz mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz.”

7/A'RÂF-24: Kâlehbitû ba'dukum li ba'dın aduvv(aduvvun), ve lekum
fîl'ardı mustekarrun ve metâun ilâ hîn(hînin).
(Allahû
Tealâ): “Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar
kalma (yerleşme) ve geçinme vardır (size takdir edildi).” buyurdu.

7/A'RÂF-25: Kâle fîhâ tahyevne ve fîhâ temûtûne ve minhâ
tuhrecûn(tuhrecûne).
Allahû Tealâ: “Orada yaşarsınız ve
orada ölürsünüz ve oradan çıkarılırsınız.” buyurdu.

7/A'RÂF-26: Yâ benî âdeme kad enzelnâ aleykum libâsen yuvârî sev’âtikum
ve rîşâ(rîşâen) ve libâsut takvâ zâlike hayr(hayrun), zâlike min âyâtillâhi
leallehum yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Ey Âdemoğulları!
Sizlere ayıp yerlerinizi gizleyip örtecek elbise ve süslenecek şeyler (elbise)
ve takva elbisesini indirdik. Bu daha hayırlıdır. İşte bu Allah'ın
âyetlerindendir. Böylece onlar tezekkür ederler.

7/A'RÂF-27: Yâ benî âdeme lâ yeftinennekumuş şeytânu kemâ ahrece
ebeveykum minel cenneti yenziu anhumâ libâsehumâ li yuriyehumâ sev’âtihimâ
innehu yerâkum huve ve kabîluhu min haysu lâ terevnehum innâ cealneş şeyâtîne
evliyâe lillezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Ey Âdemoğulları!
Şeytan, sizin ebeveyninizi (anne ve babanızı), onların ayıp yerlerinin görünmesi
için elbiselerini soyarak, cennetten çıkardığı gibi sakın sizleri de fitneye
düşürmesin. Muhakkak ki; o ve onun kabilesi (topluluğu), sizin onları
göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Muhakkak ki; Biz şeytanları mü'min
olmayanlara dost kıldık.

7/A'RÂF-28: Ve izâ faalû fâhişeten kâlû vecednâ aleyhâ âbâenâ vallâhu
emerenâ bihâ kul innallâhe lâ ye’muru bil fahşâ(fahşâi), e tekûlûne alâllâhi mâ
lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Kötü (çirkin) bir şey yaptıkları
zaman: “Babalarımızı onun üzerinde bulduk (onlardan böyle gördük) ve Allah onu
bize emretti.” dediler. (Onlara şöyle) de: “Muhakkak ki; Allah, fahşayı
(kötülüğü, çirkinliği) emretmez. Allah'a bilmediğiniz bir şeyi mi
söylüyorsunuz?”

7/A'RÂF-29: Kul emere rabbî bil kıst(kısti) ve ekîmû vucûhekum inde
kulli mescidin ved’ûhu muhlisîne lehud dîn(dîne), kemâ bedeekum
teûdûn(teûdûne).
De ki: “Rabbim, adaletle davranmanızı ve
bütün mescidlerde kendinizi (vechlerinizi) namaza ikame etmenizi emretti. Ve
dînde ihlâsla O'na (Allah'a) dua edin. Sizi yarattığı gibi (O'na)
dönersiniz.”

7/A'RÂF-30: Ferîkan hadâ ve ferîkan hakka aleyhimud dalâletu,
innehumuttehazûş şeyâtîne evliyâe min dûnillâhi ve yahsebûne ennehum
muhtedûn(muhtedûne).
Bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının
üzerine dalâlet hak oldu. Muhakkak ki onlar, Allah'tan başka şeytanları dostlar
edindiler. Ve onlar kendilerinin hidayete erdiklerini zannediyorlar.

7/A'RÂF-31: Yâ benî âdeme huzû zînetekum inde kulli mescidin ve kulû
veşrebû ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhıbbul
musrifîn(musrifîne).
Ey Âdemoğulları! Bütün mescidlerde
ziynetlerinizi alınız. Yeyiniz ve içiniz. Ve israf etmeyiniz. Muhakkak ki O,
müsrifleri sevmez.

7/A'RÂF-32: Kul men harreme zînetallâhilletî ahrece li ibâdihî vet
tayyibâti miner rızk(rızkı), kul hiye lillezîne âmenû fîl hayâtid dunyâ
hâlisaten yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), kezâlike nufassılul âyâti li kavmin
ya’lemûn(ya’lemûne).
De ki: “Kulları için çıkardığı Allah'ın
ziynetini ve rızıktan temiz (helâl) olanını kim haram etti. O, dünya hayatında
âmenû olanlar içindir. Ve kıyâmet gününde de özellikle âmenû olanlara aittir.”
Böylece bilen bir kavim için âyetleri ayrı ayrı açıklıyoruz.

7/A'RÂF-33: Kul innemâ harreme rabbiyel fevâhişe mâ zahere minhâ ve mâ
batane vel isme vel bagye bi gayril hakkı ve en tuşrikû billâhi mâ lem yunezzil
bihî sultânen ve en tekûlû alallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
De ki: “Rabbim size, sadece fuhuşu (kötülüğü); açık ve
gizlisini ve günahı ve haksız yere zulmetmeyi ve ona bir delil (sultan)
indirilmemişken, Allah'a şirkkoşmanızı ve bilmediğiniz şeyleri Allah'a
söylemenizi (maletmenizi) haram kıldı.”

7/A'RÂF-34: Ve li kulli ummetin ecel(ecelun), fe izâ câe eceluhum lâ
yeste’hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn(yestakdimûne).
Bütün
ümmetler için bir ecel (süre, zaman dilimi, müddet) vardır. Onların ecelleri
geldiği zaman ne bir saat ileri, ne bir saat geri alınmaz

7/A'RÂF-35: Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne
aleykum âyâtî fe menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum
yahzenûn(yahzenûne).
Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size
âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, bundan sonra kim takva
sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara korku
yoktur. Ve onlar mahzun olmazlar.

7/A'RÂF-36: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ ulâike ashabun
nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Ve âyetlerimizi
yalanlayan kimseler ve onlara karşı kibirlenenler, işte onlar ateş ehlidirler ve
onlar, orada devamlı kalanlardır (kalacaklardır).

7/A'RÂF-37: Fe men azlemu mimmenifterâ alallâhi keziben ev kezzebe bi
âyâtih(âyâtihi) ulâike yenâluhum nasîbuhum minel kitâb(kitâbi), hattâ izâ
câethum rusulunâ yeteveffevnehum kâlû eyne mâ kuntum ted'ûne min
dûnillâh(dûnillâhi) kâlû dallû annâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû
kâfirîn(kâfirîne).
Allah'a karşı yalanla iftira edenden veya
O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim (var)dır? Kitab'tan (Kur'ân-ı
Kerim'den) kendilerine nasipleri erişecek olanlar, işte onlardır. Onlara
resûllerimiz (elçi melekler, ölüm melekleri) geldiği zaman, onları vefat
ettirirler(ken) (onlara) şöyle dediler: “Allah'tan başka dua etmiş olduğunuz
şeyler nerede?” (Onlar da): “Bizden saptılar (gittiler).” dediler. Ve
kendilerinin (nefslerinin) üzerine kâfir olduklarına, kendileri şahitlik
ettiler.

7/A'RÂF-38: Kâledhulû fî umemin kad halet min kablikum minel cinni vel
insi fîn nâr(nâri), kullemâ dehalet ummetun leanet uhtehâ, hattâ izeddârekû fîhâ
cemîân kâlet uhrâhum li ûlâhum rabbenâ hâulâi edallûnâ fe âtihim azâben di'fen
minen nâr(nâri) kâle li kullin di'fun ve lâkin lâ ta'lemûn(ta'lemûne).
(Allahû Tealâ) buyurdu: “Sizden önce geçmiş olan, ateşte
bulunan insan ve cin topluluğuna girin. Her ümmet, her girişte (dahil olduğu
zaman) hepsi orada ard arda toplanınca, (sapmalarına sebep olan) kardeşlerine
lânet ettiler. Sonrakiler, öncekiler için: “Rabbimiz, bizi dalâlette bırakanlar
işte bunlar, artık onlara ateşten iki kat azap ver.” dediler.(Allahu Tealâ)
şöyle buyurdu: “Herkes için iki kat (azap vardır). Fakat siz
bilmezsiniz.”

7/A'RÂF-39: Ve kâlet ûlâhum li uhrâhum fe mâ kâne lekum aleynâ min
fadlin fe zûkûl azâbe bimâ kuntum teksibûn(teksibûne).
Ve
onların evvelkileri, sonrakilere: “Sizin bizden bir üstünlüğünüz yok. Öyleyse
kazanmış olduğunuz şeyler sebebiyle azabı tadın.” dediler.

7/A'RÂF-40: İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ lâ tufettehu
lehum ebvâbus semâi ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil
hiyât(hiyâti) ve kezâlike neczîl mucrimîn(mucrimîne).
Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara
kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz (ruhlarını hayatta iken Allah'a
ulaştıramazlar). Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete
giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.

7/A'RÂF-41: Lehum min cehenneme mihâdun ve min fevkıhim gavaş(gavaşın)
ve kezâlike neczîz zâlimîn(zâlimîne).
Onlar için cehennemde
(ateşten) bir döşek ve üzerlerinde(ateşten) örtüler vardır. Ve zalimleri işte
böyle cezalandırırız.

7/A'RÂF-42: Vellezîne âmenû ve amilus sâlihâti lâ nukellifu nefsen illâ
vus'ahâ ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ
hâlidûn(hâlidûne).
Âmenû olanlar (hayatta iken Allah'a
ulaşmayı dileyenler) ve salih amel işleyenler (nefs tezkiyesi yapanlar), kimseyi
gücünden başka bir şeyle sorumlu tutmayız. İşte onlar cennet ehlidirler, onlar
orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır).

7/A'RÂF-43: Ve neza'nâ mâ fî sudûrihim min gıllin tecrî min tahtihimul
enhâr(enhâru), ve kâlûl hamdu lillâhillezî hedânâ li hâzâ ve mâ kunnâ li
nehtediye levlâ en hedânallâh(hedânallâhu), lekad câet rusulu rabbinâ bil
hakk(hakkı), ve nûdû en tilkumul cennetu ûristumûhâ bimâ kuntum
ta'melûn(ta'melûne).
Onların göğüslerinde, (nefsin
kalbindeki) afetlerinden ne varsa çekip aldık. Onların altlarından nehirler
akar. “Bizi buna hidayet eden Allah'a hamdolsun. Allah'ın, bizi hidayete
erdirmesi olmasaydı, biz hidayete ermezdik. Andolsun ki Rabbimizin resûlleri hak
ile gelmiştir.” dediler. “Yapmış olduklarınızdan dolayı varis kılındığınız
cennet işte budur.” diye nida olunurlar.

7/A'RÂF-44: Ve nâdâ ashâbul cenneti ashâben nâri en kad vecednâ mâ
vâadenâ rabbunâ hakka(hakkan) fe hel vecedtum mâ vaade rabbukum hakka(hakkan)
kâlû neam fe ezzene muezzinun beynehum en lâ'netullâhi alez zâlimîn(zâlimîne).
Ve cennet ehli, ateş (cehennem) ehline seslendi. “Biz,
Rabbimizin bize vaadettiğini hak olarak bulduk. Siz de, Rabbimizin size
vaadettiğini hak olarak buldunuz mu?” “Evet” dediler. O zaman onların arasından
bir müezzin (münadi, seslenme görevi olan kişi) seslendi: “Allah'ın lâneti
zalimlerin üzerine olsun.”

7/A'RÂF-45: Ellezîne yasuddûne an sebîlillâhi ve yebgûnehâ ivecâ(ivecen)
ve hum bil âhireti kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, Allah'ın
yolundan alıkoyarlar. Ve onun (o yolun) eğri olmasını isterler. Ve onlar ahireti
(ruhun ölümden evvel Allah'a ulaşmasını) inkâr edenlerdir.

7/A'RÂF-46: Ve beynehumâ hicâb(hicâbun) ve alel a'râfi ricâlun ya'rifûne
kullen bi sîmâhum ve nâdev ashâbel cenneti en selâmun aleykum lem yedhulûhâ ve
hum yatmeûn(yatmeûne).
Ve onların aralarında bir perde ve
A'rafın (tepelerin) üstünde onların hepsini simalarından (yüzlerinden) tanıyan
adamlar vardır. Henüz oraya (cennete) dahil olmamış ama ümit eden cennet ehline:
“Selâmlanmak (selâm) sizin üzerinize olsun!” diye nida ettiler.

7/A'RÂF-47: Ve izâ surifet ebsâruhum tilkâe ashâbin nâri kâlû rabbenâ lâ
tec'alnâ mealkavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Onların bakışları
ateş (cehennem) ehlinin tarafına çevrilince: “Rabbimiz, bizi zalim kavim ile
beraber kılma.” dediler.

7/A'RÂF-48: Ve nâdâ ashâbul'a'râfi ricâlen ya'rifunehum bi sîmâhum kâlû
mâ agnâ ankum cem'ukum ve mâ kuntum testekbirûn(testekbirûne).
Ve onları yüzlerinden tanıyan A'raf ehli adamlar, onlara
seslendiler, şöyle dediler: “Sizin topladıklarınız ve kibirlenmiş olduğunuz
şeyler, size fayda vermedi.”

7/A'RÂF-49: E hâulâillezîne aksemtum lâ yenâluhumullâhu bi
rahmeh(rahmetin) udhulûl cennete lâ havfun aleykum ve lâ entum
tahzenûn(tahzenûne).
(Cehennemliklere şöyle denir):
“Allah'ın onlara rahmetle ulaşmayacağına yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı?”
(Cennetliklere de şöyle denir): “Cennete girin! Size korku yoktur ve mahzun da
olmayacaksınız.”

7/A'RÂF-50: Ve nâdâ ashâbun nâri ashâbel cenneti en efîdû aleynâ minel
mâi ev mimmâ rezekakumullâh(rezekakumullâhu), kâlû innallâhe harremehumâ alel
kâfirîn(kâfirîne).
Ve ateş (cehennem) ehli cennet ehline
nida etti (seslendi): “Sudan veya Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden bize
aktarın.” (Cennetlikler) şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah ikisini de kâfirlere
haram etti.”

7/A'RÂF-51: Ellezînettehazû dînehum lehven ve leiben ve garrethumul
hayâtud dunyâ, felyevme nensâhum kemâ nesû likâe yevmihim hâzâ ve mâ kânû bi
âyâtinâ yechadûn(yechadûne).
Onlar, onların dînini oyun ve
eğlence edinen ve dünya hayatının onları aldattığı kimselerdir. Böylece onlar
bugünlerine ulaşacaklarını nasıl unuttularsa ve nasıl âyetlerimizi bile bile
inkâr ettilerse, bugün de Biz onları unuturuz.

7/A'RÂF-52: Ve lekad ci'nâhum bi kitâbin fassalnâhu alâ ilmin huden ve
rahmeten li kavmin yu'minûn(yu'minûne).
Ve andolsun; onlara
bir kitap getirdik ve âmenû olan bir kavim için onu rahmet ve hidayet(e erdiren)
olarak bir ilim üzerine ayrı ayrı açıkladık.

7/A'RÂF-53: Hel yanzurûne illâ te'vîleh(te'vîlehu), yevme ye'tî
te'vîluhu yekûlullezîne nesûhu min kablu kad câet rusulu rabbinâ bil
hakk(hakkı), fe hel lenâ min şufeâe fe yeşfeû lenâ ev nureddu fe na'mele
gayrellezî kunnâ na'mel(na'melu), kad hasirû enfusehum ve dalle anhum mâ kânû
yefterûn(yefterûne).
Onlar sadece onun tevîline (yorumuna)
mı bakıyorlar. Onun tevîlinin geldiği gün, daha önce onu unutmuş olanlar:
“Rabbimizin resûlleri hak ile gelmiştir. Artık bize şefaat edecek şefaatçiler
var mı ki; bize şefaat etsinler. Veya (dünyaya) döndürülmüş olsaydık, yapmış
olduklarımızdan başkasını yapardık.” derler. Nefslerini hüsrana uğrattılar. Ve
uydurdukları şeyler kendilerinden ayrıldılar.

7/A'RÂF-54: İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî
sitteti eyyâmin summestevâ alel arşı, yugşîl leylen nehâre yatlubuhu hasîsen veş
şemse vel kamere ven nucûme musahharâtin bi emrih(emrihi), e lâ lehul halku vel
emr(emru), tebârekallâhu rabbulâlemîn(âlemîne).
Semaları ve
arzı altı günde yaratan, muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah'tır. Sonra arşa istiva
etti. Gündüz, onu süratle talep eden (takip eden) gece ile örtülür. Ve güneş ve
ay ve yıldızlar O'nun emrine musahhardır (boyun eğmişlerdir). Yaratma ve emir
O'nun değil mi? Âlemlerin Rabbi mübarektir, şanı yücedir.

7/A'RÂF-55: Ud'û rabbekum tedarruan ve hufyeh(hufyeten), innehu lâ
yuhıbbul mu'tedîn(mu'tedîne).
Rabbinize yalvararak ve
gizlice dua edin. Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez.

7/A'RÂF-56: Ve lâ tufsidû fîl ardı ba'de ıslâhıhâ ved'ûhu havfen ve
tamaâ(tamaân) inne rahmetallâhi karîbun minel
muhsinîn(muhsinîne).
Islâh olduktan sonra yeryüzünde fesat
çıkarmayın. Allah'a korkarak ve umutla yalvarın. Şüphesiz ki Allah'ın rahmeti
muhsinlere yakındır.

7/A'RÂF-57: Ve huvellezî yursilur riyâha buşren beyne yedey
rahmetih(rahmetihi), hattâ izâ ekallet sehâben sikâle suknâhu li beledin
meyyitin fe enzelnâ bihil mâe fe ahrecnâ bihîmin kullissemerât(semerâti),
kezâlikenuhricul mevtâ leallekum
tezekkerûn(tezekkerûne).
Rahmetin önünde müjdeleyici olarak
rüzgârları gönderen O'dur. Ağır bulutları yüklendiği zaman onu ölü bir beldeye
sevkettik. Ve de ondan su indirdik. Bu şekilde onunla bütün ürünlerden çıkardık.
İşte bunun gibi ölüleri çıkarırız. Böylece tezekkür edersiniz.

7/A'RÂF-58: Vel beledut tayyibu yahrucu nebâtuhu bi izni
rabbih(rabbihi), vellezî habuse lâ yahrucu illâ nekidâ(nekiden), kezâlike
nusarriful âyâti li kavmin yeşkurûn(yeşkurûne).
Ve güzel
belde (toprağı verimli ülke), Rabbinin izniyle nebatı çıkarır. Ve kötü
(verimsiz, çorak) olan ise, faydasız, kıt bitkilerden başka bir şey çıkarmaz.
İşte böylece şükreden bir kavme âyetlerimizi açıklıyoruz.

7/A'RÂF-59: Lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî fe kâle yâ kavmi’budûllâhe
mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), innî ehâfu aleykum azâbe yevmin
azîm(azîmin).
Andolsun, Nuh'u kavmine gönderdik. O zaman
şöyle dedi: “Ey kavmim, Allah'a kul olun! Sizin için O'ndan başka ilâh yoktur.
Muhakkak ki; ben, o büyük günün azabının üzerinize olmasından
korkuyorum.”

7/A'RÂF-60: Kâlel meleu min kavmihî innâ le nerâke fî dalâlin
mubîn(mubînin).
Kavminin ileri gelenleri: “Muhakkak ki; biz
seni apaçık bir dalâlet içinde görüyoruz.” dediler.

7/A'RÂF-61: Kâle yâ kavmi leyse bî dalâletun ve lâkinnî resûlun min
rabbil âlemîn(âlemîne).
Ey kavmim, ben dalâlette değilim! Ve
fakat ben, âlemlerin Rabbinden bir resûlüm.

7/A'RÂF-62: Ubelligukum risâlâti rabbî ve ensahu lekum ve a’lemu
minallahi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Size Rabbimin
risalelerini (gönderdiklerini) tebliğ ediyorum (ulaştırıyorum). Ve size nasihat
ediyorum (öğüt veriyorum). Ve sizin bilmediğiniz şeyleri ben Allah'tan
öğreniyorum (biliyorum).

7/A'RÂF-63: E ve acibtum en câekum zikrun min rabbikum alâ raculin
minkum li yunzirekum ve li tettekû ve leallekum
turhamûn(turhamûne).
Sizi uyarması ve takva sahibi olmanız
için, içinizden bir adama, Rabbinizden bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? Ve
böylece rahmet olunursunuz.

7/A'RÂF-64: Fe kezzebûhu fe enceynâhu vellezîne meahu fil fulki ve
agraknellezîne kezzebû bi âyâtinâ, innehum kânû kavmen
amîn(amîne).
Fakat onu yalanladılar, bu yüzden onu ve gemide
onunla beraber olanları kurtardık. Ve âyetlerimizi yalanlayanları boğduk.
Muhakkak ki; onlar âmâ (kör) bir kavim oldu(lar).

7/A'RÂF-65: Ve ilâ âdin ehâhum hûdâ(hûden), kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ
lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), e fe lâ
tettekûn(tettekûne).
Ve Ad (kavmine)'a onların kardeşi Hud
(A.S) şöyle dedi: “Ey kavmim, Allah'a kul olun! Sizin için O'ndan başka ilâh
yoktur. Hâlâ takva sahibi olmayacak mısınız?”

7/A'RÂF-66: Kâlelmeleullezîne keferû min kavmihî innâ le nerâke fî
sefâhetin ve innâ le nezunnuke minel kâzibîn(kâzibîne).
Onun
kavminden, ileri gelenlerden inkâr edenler şöyle dedi: “Muhakkak ki biz, seni
bir sefihliğin (aptallığın) içinde görüyoruz. Ve gerçekten biz, seni kesinlikle
yalancılardan zannediyoruz.”

7/A'RÂF-67: Kâle yâ kavmi leyse bî sefâhetun ve lâkinnî resûlun min
rabbil âlemîn(âlemîne).
(Hz. Hud) şöyle dedi: “Ey kavmim,
ben sefih (akılsız) değilim! Ve fakat ben âlemlerin Rabbinden bir
resûlüm.”

7/A'RÂF-68: Ubelligukum risâlâti rabbî ve ene lekum nâsıhun
emîn(emînun).
Rabbimin risalelerini (gönderdiklerini) size
tebliğ ediyorum (ulaştırıyorum). Ve ben, emin (inanılır, güvenilir) bir nasihat
ediciyim.

7/A'RÂF-69: E ve acibtum en câekum zikrun min rabbikum alâ raculin
minkum li yunzirekum, vezkurû iz cealekum hulefâe min ba'di kavmi nûhın ve
zâdekum fil halkı bastaten, fezkurû âlâallahi leallekum
tuflihûn(tuflihûne).
Ve sizi uyarması için sizden
(içinizden) bir adama Rabbinizden bir zikir gelmesine mi şaşırdınız? Nuh
kavminden sonra sizi halifeler kıldığını (onların yerine sizi getirdiğini) ve
yaratılışta sizin gücünüzü arttırdığını (bedeninizi büyük ve kuvvetli
yarattığını) hatırlayın. Artık Allah'ın üzerinizdekilerini (ni'metlerini)
zikredin ki; böylece kurtuluşa erersiniz.

7/A'RÂF-70: Kâlû e ci’tenâ li na’budallâhe vahdehu ve nezere mâ kâne
ya’budu âbâunâ, fe’tinâ bi mâ teidunâ in kunte mines
sâdıkîn(sâdıkîne).
Dediler ki: “Tek bir Allah'a kul olmamız
için ve babalarımızın ibadet ettiği şeyleri terketmemiz için mi bize geldin?
Eğer sen sadıklardan isen bize vaadettiğin şeyi (azabı) artık bize
getir.”

7/A'RÂF-71: Kâle kad vakaa aleykum min rabbikum ricsun ve gadabun, e
tucâdilûnenî fî esmâin semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ nezzelallâhu bihâ min
sultânin, fentezırû innî meakum minel
muntezırîn(muntezırîne).
(Hud A.S) şöyle dedi: “Üzerinize
Rabbinizden azap ve öfke vaki olmuştur (gelmiştir). Sizin ve babalarınızın onu
isimlendirdiğiniz isimler hakkında mı benimle mücâdele ediyorsunuz? Allah ona
bir delil indirmedi. Artık bekleyin! Muhakkak ki; ben de sizinle beraber
bekleyenlerdenim.”

7/A'RÂF-72: Fe enceynâhu vellezîne meahu bi rahmetin minnâ ve kata'nâ
dâbirellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve mâ kânû
mu'minîn(mu'minîne).
Bundan sonra (o vak'adan sonra) onu ve
onunla beraber olanları katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ve âyetlerimizi
yalanlayan ve mü'min olmayan kimselerin kökünü kestik (neslini
bitirdik).

7/A'RÂF-73: Ve ilâ semûde ehâhum sâlihan kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ
lekum min ilâhin gayruhu, kad câetkum beyyinetun min rabbikum hâzihî nâkatullâhi
lekum âyeten fe zerûha te’kul fî ardıllâhi ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye’huzekum
azâbun elîm(elîmun).
Semud (kavmine)'a, onların kardeşi
Salih şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah'a kul olun. Sizin için O'ndan başka ilâh
yoktur. Rabbinizden size bir mucize (delil, ispat vasıtası) gelmiştir. Bu
Allah'ın dişi devesidir. Sizin için bir âyettir (mucizedir). Artık onu, Allah'ın
arzında (serbest) bırakın yesin, ona kötülükle (kötü niyetle) dokunmayın, yoksa
sizi elim bir azap alır (yakalar).”

7/A'RÂF-74: Vezkurû iz cealekum hulefâe min ba'di âdin ve bevveekum fîl
ardı tettehızûne min suhûlihâ kusûren ve tenhitûnel cibâle buyûten fezkurû
âlâallâhi ve lâ ta'sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Ve Ad
(kavmin)den sonra, sizi halifeler kıldığını (onların yerine sizleri getirdiğini)
hatırlayın. Ve sizi yeryüzünde yerleştirdi. Onun ovalarında saraylar
ediniyorsunuz ve dağlarda evler oyuyorsunuz. Artık Allah'ın ni'metlerini
hatırlayın, yeryüzünde müfsidler (fesat çıkaranlar) olarak bozgunculuk
yapmayın.

7/A'RÂF-75: Kâlel meleullezînestekberû min kavmihî lillezînestud'ıfû li
men âmene minhum e ta'lemûne enne sâlihan murselun min rabbihi kâlû innâ bimâ
ursile bihî mu'minûn(mu'minûne).
Onun kavminden ileri
gelenlerden kibirlenenler, onlardan îmân edenlerden güçsüz, zayıf gördüklerine
şöyle dediler: “Salih'in şüphesiz onun Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor
musunuz?” (Onlar): “Muhakkak ki; biz onunla gönderilen şeye inananlarız.”
dediler.

7/A'RÂF-76: Kâlellezînestekberû innâ billezî âmentum bihî
kâfirûn(kâfirûne).
Kibirlenenler şöyle dedi: “Muhakkak biz,
sizin inandığınız şeyi inkâr edenleriz.”

7/A'RÂF-77: Fe akarûn nâkate ve atev an emri rabbihim ve kâlû yâ
sâlihu'tinâ bimâ teidunâ in kunte minel
murselîn(murselîne).
Sonra (dişi) deveyi kestiler ve
Rab'lerinin emrine isyan ettiler (haddi aştılar). Ve şöyle dediler: “Ya Salih,
şâyet sen gönderilen resûllerden isen bize vaadettiğin (tehdit ettiğin) şeyi
getir.”

7/A'RÂF-78: Fe ehazethumur recfetu fe asbahû fî dârihim
câsimîn(câsimîne).
Bunun üzerine onları şiddetli bir
sarsıntı aldı (yakaladı) ve kendi yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.

7/A'RÂF-79: Fe tevellâ anhum ve kâle yâ kavmi lekad eblagtukum risâlete
rabbî ve nesahtu lekum ve lâkin lâ tuhıbbûnen
nâsıhîn(nâsıhîne).
O zaman (Salih A.S) onlardan yüz çevirdi
(döndü) ve şöyle dedi: “Ey kavmim, andolsun ki; Rabbimin risaletini sizlere
tebliğ ettim! Ve size nasihat ettim. Fakat siz nasihat edenleri
sevmiyorsunuz.”

7/A'RÂF-80: Ve lûtan iz kâle li kavmihî e te'tûnel fâhışete mâ sebekakum
bihâ min ehadin minel âlemîn(âlemîne).
Ve Lut (A.S) kavmine
şöyle demişti: “Sizden önce geçmiş olan âlemlerden (hiç) birinin yapmadığı fuhşu
(kötülüğü) mü getiriyorsunuz (yapıyorsunuz)?”

7/A'RÂF-81: İnnekum le te'tûner ricâle şehveten min dûnin nisâi, bel
entum kavmun musrifûn(musrifûne).
Gerçekten siz,
kadınlardan başka erkeklere de geliyorsunuz. Hayır, siz müsrif (haddi aşan) bir
kavimsiniz.

7/A'RÂF-82: Ve mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû ahricûhum min
karyetikum, innehum unâsun yetetahherûn(yetetahherûne).
Ve
kavminin cevabı: “Onları ülkemizden çıkarın, çünkü onlar çok temiz insanlar.”
demekten başka (bir şey) olmadı.

7/A'RÂF-83: Fe enceynâhu ve ehlehû illemreetehu kânet minel
gâbirîn(gâbirîne).
Böylece Biz, onun eşi (hanımı) hariç,
onu ve ailesini kurtardık. O, geride kalanlardan oldu.

7/A'RÂF-84: Ve emtarnâ aleyhim matarâ, fenzur keyfe kâne âkıbetul
mucrimîn(mucrimîne).
Ve onların üzerine (taş) yağmuru
yağdırdık. Bak, mücrimlerin (suçluların) akıbeti nasıl oldu.

7/A'RÂF-85: Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ
lekum min ilâhin gayruhu kad câetkum beyyinetun min rabbikum fe evfûl keyle vel
mîzâne ve lâ tebhasûn nâse eşyâehum ve lâ tufsidû fîl ardı ba’de ıslahıhâ
zâlikum hayrun lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Kardeşleri Şuayb; Medyen (kavmine)'e şöyle dedi: “Ey kavmim
Allah'a kul olun! O'ndan başka sizin ilâhınız yoktur. Rabbinizden size beyyine
(bir mucize, ispat edici bir açıklama) gelmiştir. Artık ölçü ve tartıya vefa
edin (tam ve doğru ödeyin). İnsanların eşyalarının değerini eksiltmeyin.
Yeryüzünde, O'nun ıslâhından sonra fesat (bozgunculuk) çıkarmayın. Şâyet
mü'minler iseniz, işte bu sizin için hayırlıdır.”

7/A'RÂF-86: Ve lâ tak’udû bikulli sırâtın tû’ıdûne ve tasuddûne an
sebîlillâhi men âmene bihî ve tebgûnehâ ivecen vezkurû iz kuntum kalîlen fe
kesserekum vanzurû keyfe kâne âkıbetul
mufsidîn(mufsidîne).
Tehdit (vaad ederek) ederek her yola
(üstüne) oturmayın. Ve O'na (Allah'a) âmenû olan kimseleri Allah'ın yolundan men
etmeyin. Ve onda (Allah'ın yolunda) bir eğrilik istiyorsunuz. Ve hatırlayın! Siz
az idiniz, sizi çoğalttı. Ve bakın, fesat çıkaranların sonları nasıl
oldu.

7/A'RÂF-87: Ve in kâne tâifetun minkum âmenû billezî ursiltu bihî ve
tâifetun lem yu’minû fasbirû hattâ yahkumallâhu beynenâ, ve huve hayrul
hâkimîn(hâkimîne).
Ve eğer içinizden bir kısmınız (bir
grup), onunla gönderildiğim şeye inanır ve bir kısmınız (diğer bir grup)
inanmazsa, o taktirde Allah, aramızda hüküm verinceye kadar sabredin. O, hüküm
verenlerin en hayırlısıdır.

7/A'RÂF-88: Kâlel meleullezînestekberû min kavmihî le nuhricenneke yâ
şuaybu vellezîne âmenû meake min karyetinâ ev le teûdunne fî milletinâ, kâle e
ve lev kunnâ kârihîn(kârihîne).
Onun kavminden
kibirlenenlerin ileri gelenleri şöyle dedi(ler): “Ya Şuayb, seni ve seninle
beraber âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka ülkemizden
çıkaracağız! Ya da siz mutlaka bizim milletimize (dînimize) dönersiniz.” (Şuayb
A.S): “Şâyet biz kerih görüyorsak da mı?” dedi.

7/A'RÂF-89: Kadiftereynâ alallâhi keziben in udnâ fî milletikum ba’de iz
necceynallâhu minhâ, ve mâ yekûnu lenâ en neûde fîhâ illâ en yeşâallahu rabbunâ,
vesia rabbunâ kulle şey’in ilmen, alallâhi tevekkelnâ, rabbeneftah beynenâ ve
beyne kavminâ bil hakkı ve ente hayrul
fâtihîn(fâtihîne).
“Allah'ın, bizi ondan kurtarmasından
sonra, sizin milletinize dönersek Allah'a yalanla iftira etmiş oluruz. Ve
Rabbimizin dilemesi hariç bizim oraya geri dönmemiz olamaz. Rabbimiz ilmiyle
herşeyi kuşatmıştır. Allah'a tevekkül ettik. Rabbimiz, kavmimiz ile bizim
aramızı hak ile aç (ayır). Sen fethedenlerin (fatihlerin) en
hayırlısısın.”

7/A'RÂF-90: Ve kâlel meleullezîne keferû min kavmihî le initteba’tum
şuayben innekum izen le hâsirûn(hâsirûne).
Kavminden kâfir
olanların ileri gelenleri şöyle dedi(ler): “Eğer, gerçekten Şuayb'a tâbî
olursanız, o taktirde siz mutlaka hüsranda olanlardan (nefslerini hüsrana
düşürenlerden) olursunuz.”

7/A'RÂF-91: Fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim
câsimîn(câsimîne).
Böylece şiddetli bir sarsıntı onları
yakaladı. Bunun üzerine kendi yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.

7/A'RÂF-92: Ellezîne kezzebû şuayben ke en lem yagnev fîhâ, ellezîne
kezzebû şuayben kânû humul hâsirîn(hâsirîne).
Şuayb (A.S)'ı
tekzib edenler (yalanlayanlar), sanki orada hiç var olmamış gibiydi. Şuayb
(A.S)'ı yalanlayanlar, onlar hüsranda oldular (nefslerini hüsrana
düşürdüler).

7/A'RÂF-93: Fe tevellâ anhum ve kâle yâ kavmi lekad eblagtukum risâlâti
rabbî ve nesahtu lekum, fe keyfe âsâ alâ kavmin kâfirîn(kâfirîne).
(Şuayb A.S) böylece onlardan yüz çevirdi (döndü) ve şöyle
dedi: “Andolsun ki; Rabbimin risalelerini (gönderdiklerini) size tebliğ ettim
(ulaştırdım). Ve size nasihat ettim. Artık kâfir bir kavme nasıl (niçin)
üzüleyim?”

7/A'RÂF-94: Ve mâ erselnâ fî karyetin min nebiyyin illâ ehaznâ ehlehâ
bil be’sâi ved darrâi leallehum yaddarraûn(yaddarraûne).
Ve
Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, onun halkını darlık ve sıkıntıya
uğratmadığımız ülke yoktur ki; böylece onlar yalvarıp, yakarırlar.

7/A'RÂF-95: Summe beddelnâ mekânes seyyietil hasenete hattâ afev ve kâlû
kad messe âbâenad darrâu ves serrâu fe ehaznâhum bagteten ve hum lâ
yeş’urûn(yeş’urûne).
Sonra seyyiatin yerini hasenatla
değiştirdik. Ne zaman ki çoğaldılar ve şöyle dediler. “Babalarımıza da şiddetli
darlık ve ferahlık dokunmuştu. (Allah'tan bilmediler, ders almadılar). Bunun
üzerine onları farkına varmadan (şuurunda değilken) aniden aldık.”

7/A'RÂF-96: Ve lev enne ehlel kurâ âmenû vettekav le fetahnâ aleyhim
berekâtin mines semâi vel ardı ve lâkin kezzebû fe ehaznâhum bimâ kânû
yeksibûn(yeksibûne).
O ülkenin halkı eğer âmenû olsalardı ve
takva sahibi olsalardı elbette onlara semadan ve yerden bereketler (bolluk)
açardık. Fakat onlar yalanladılar. Böylece kazandıklarından dolayı onları aldık
(cezalandırdık).

7/A'RÂF-97: E fe emine ehlul kurâ en ye’tiyehum be’sunâ beyâten ve hum
nâimûn(nâimûne).
Yoksa o ülkelerin halkı şiddetli azabımızın
onlara, onlar gece vakti uyurken gelmesinden (gelmemesinden) emin
miydiler?

7/A'RÂF-98: E ve emine ehlul kurâ en ye’tiyehum be’sunâ duhan ve hum
yel’abûn (yel’abûne).
Ve o ülkelerin halkı şiddetli
azabımızın onlara, onlar oynarlarken (oyalanırlarken) kuşluk vakti gelmesinden
(gelmeyeceğinden) emin miydiler?

7/A'RÂF-99: E fe eminû mekrallahi, fe lâ ye’menu mekrallahi illel kavmul
hâsirûn(hâsirûne).
Allah'ın hilesinden emin miydiler?
Hüsranda olan kavim, ancak onlar, Allah'ın hilesinden (Allah'ın kendilerine azap
vermeyeceğinden) emin olamaz.

7/A'RÂF-100: E ve lem yehdi lillezîne yerisûnel arda min ba’di ehlihâ en
lev neşâu esabnâhum bi zunûbihim, ve natbeu alâ kulûbihim fe hum lâ
yesme’ûn(yesme’ûne).
Ve de onun (o ülkenin) halkından
sonra, yeryüzüne varis olanları hidayete erdirmez mi? Eğer dileseydik günahları
sebebiyle onlara (musibetler) isabet ettirirdik. Ve kalplerinin üstünü
tabederdik (açılamaz damga vururduk) de artık onlar işitmezlerdi.
ferdi7o
ferdi7o
Admin Webmaster

Брой мнения : 139
Join date : 07.07.2011
Age : 33

Върнете се в началото Go down

A'RÂF SURESI Empty Re: A'RÂF SURESI

Писане by ferdi7o Вто Авг 02, 2011 1:11 am

7/A'RÂF-101: Tilkel kurâ nakussu aleyke min enbâihâ ve lekad câethum
rusuluhum bil beyyinâti fe mâ kânû liyu’minû bi mâ kezzebû min kablu kezâlike
yatbaullâhu alâ kulûbil kâfirîn (kâfirîne).
Sana haberlerini
anlattığımız (durumlarından bahsettiğimiz) ülkeler işte bunlar. Andolsun ki;
onlara, onların resûlleri beyyineler (ispat vesikaları ve mucizelerle) geldi.
Artık daha önce tekzip ettikleri (yalanladıkları) şeyden dolayı îmân etmediler.
Böylece Allah kâfirlerin kalplerini tabeder.

7/A'RÂF-102: Ve mâ vecednâ li ekserihim min ahdin, ve in vecednâ
ekserehum le fâsikîn(fâsikîne).
Onların çoğunu ahdlerini
yerine getirir (ahdlerine vefa eder) bulmadık. Ve onların çoğunu gerçekten
fasıklar olarak bulduk.

7/A'RÂF-103: Summe beasnâ min ba’dihim mûsâ bi âyâtinâ ilâ fir’avne ve
melâihi fe zalemû bihâ, fanzur keyfe kâne âkıbetul
mufsidîn(mufsidîne).
Bir zaman sonra da, onlardan sonra
(onların arkasından), firavuna ve onun (kavminin) ileri gelenlerine Musa (A.S)'ı
âyetlerimizle, (mucizelerimizle) gönderdik (görevlendirdik). Fakat ona
zulmettiler. Bak fesat çıkaranların akibeti nasıl oldu.

7/A'RÂF-104: Ve kâle mûsâ yâ fir’avnu innî resûlun min rabbil
âlemîn(âlemîne).
Ve Musa (A.S): “Ey firavun! Muhakkak ki;
ben bir resûlüm, âlemlerin Rabbinden (O'nun tarafından görevlendirilmiş).”
dedi.

7/A'RÂF-105: Hakîkun alâ en lâ ekûle alallâhi illel hakk(hakka), kad
ci’tukum bi beyyinetin min rabbikum fe ersil maiye benî
isrâîl(isrâîle).
Hak olan (doğru olan) Allah'a karşı
Hakk'tan başka bir şey söylemememdir. Size Rabbinizden beyyine (açık delil,
mucize) ile geldim (gelmiştim). Artık İsrailoğullarını benimle beraber
gönder.

7/A'RÂF-106: Kâle in kunte ci’te bi âyetin fe’ti bihâ in kunte mines
sâdikîn(sâdikîne).
(Firavun şöyle) dedi: “Eğer bir âyet
(mucize) getirdinse, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen onu getir.”

7/A'RÂF-107: Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).
Bunun üzerine (Musa A.S) asasını atınca o (asa) açıkça bir
yılan (ejderha) oldu.

7/A'RÂF-108: Ve neze’a yedehu fe izâ hiye beydâu lin
nâzırîn(nâzırîne).
Ve elini (göğsünden) çekip çıkardığı
zaman bakanlar, onun (elinin) beyaz olduğunu (gördüler).

7/A'RÂF-109: Kâlel meleu min kavmi fir’avne inne hâzâ le sâhırun
alîm(alîmun).
Firavun kavminden ileri gelenler: “Bu
gerçekten âlim (çok iyi bilen) bir sihirbazdır.” dediler.

7/A'RÂF-110: Yurîdu en yuhricekum min ardıkum, fe mâzâ
te’murûn(te’murûne).
(Firavun, Musa (A.S) hakkında kavminin
ileri gelenlerine sordu:) “Sizi topraklarınızdan (arzınızdan) çıkarmak istiyor.
O halde ne dersiniz (ne yapılmasını istersiniz)?”

7/A'RÂF-111: Kâlû ercih ve ehâhu ve ersil fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
“Onu ve kardeşini geri bırak (beklet)! Ve şehirlere
toplayıcılar yolla.” dediler.

7/A'RÂF-112: Ye’tûke bi kulli sâhırin
alîm(alîmin).
En iyi sihir bilenlerin hepsini sana
getirsinler.

7/A'RÂF-113: Ve câes seharatu fir’avne kâlû inne lenâ le ecren in kunnâ
nahnul gâlibîn(gâlibîne).
Ve sihirbazlar firavuna geldiler.
“Eğer gâlip gelenler biz olursak muhakkak bize bir ecir (mükâfat) vardır.”
dediler.

7/A'RÂF-114: Kâle ne’am ve innekum le minel mukarrebîn(mukarrebîne).
(Firavun) şöyle dedi: “Evet ve siz mutlaka en yakın
olanlardan (olacaksınız).”

7/A'RÂF-115: Kâlû yâ mûsâ immâ en tulkiye ve immâ en nekûne nahnul
mulkîn(mulkîne).
“Ya Musa, sen mi (önce) atacaksın (ve de)
yoksa biz mi atacağız (atanlar olacağız)?” dediler.

7/A'RÂF-116: Kâle elkû fe lemmâ elkav seharû a’yunen nâsi vesterhebûhum
ve câû bi sihrin azîm(azîmin).
(Musa A.S): “Atın!” dedi.
(Sihirbazlar) attıkları zaman insanların gözlerini büyülediler ve onları
korkuttular ve büyük bir sihirle geldiler.

7/A'RÂF-117: Ve evhaynâ ilâ mûsâ en elkı asâke, fe izâ hiye telkafu mâ
ye’fikûn(ye’fikûne).
Ve Musa (A.S)'ya asasını atmasını
vahyettik. Attığı zaman o, (onların) uydurdukları (sihirle yaptıkları) şeyleri
yuttu.

7/A'RÂF-118: Fe vakaal hakku ve batale mâ kânû
ya’melûn(ya’melûne).
Böylece hak (gerçek) vuku buldu (ortaya
çıktı). Ve onların yapmış oldukları şeyler bâtıl oldu (yok oldu).

7/A'RÂF-119: Fe gulibû hunâlike venkalebû sâgırîn(sâgırîne).
Böylece orada yenildiler ve zelil olarak geri
döndüler.

7/A'RÂF-120: Ve ulkıyes seharatu
sâcidîn(sâcidîne).
Ve sihirbazlar atılarak secde ettiler
(edenler oldular).

7/A'RÂF-121: Kâlû âmennâ bi rabbil
âlemîn(âlemîne).
“Âlemlerin Rabbine biz îmân ettik.”
dediler.

7/A'RÂF-122: Rabbi mûsâ ve hârûn(hârûne).
Musa
(A.S)'ın ve Harun (A.S)'ın Rabbine.

7/A'RÂF-123: Kâle fir’avnu âmentum bihî kable en âzene lekum, inne hâzâ
le mekrun mekertumûhu fîl medîneti li tuhricû minhâ ehlehâ, fe sevfe
ta’lemûn(ta’lemûne).
Firavun şöyle dedi: “Benim size izin
vermemden önce ona îmân (mı) ettiniz? Muhakkak ki bu, şehirde onun halkını
oradan çıkarmanız için kurduğunuz bir hiledir (tuzaktır). Artık yakında
bileceksiniz (öğreneceksiniz).”

7/A'RÂF-124: Le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin summe le
usallibennekum ecmaîn(ecmaîne).
Mutlaka ellerinizi ve
ayaklarınızı karşılıklı (çapraz) keseceğim. Sonra mutlaka (hepsini) hepinizi
asacağım.

7/A'RÂF-125: Kâlû innâ ilâ rabbinâ munkalibûn(munkalibûne).
“Muhakkak biz, Rabbimize dönmüş kimseleriz (dönenleriz).”
dediler.

7/A'RÂF-126: Ve mâ tenkımu minnâ illâ en âmennâ bi âyâti rabbinâ lemmâ
câetnâ, rabbenâ efrıg aleynâ sabren ve teveffenâ
muslimîn(muslimîne).
Rabbimizin âyetleri bize geldiği zaman,
O'na îmân ettik diye bizden intikam alıyorsun. Rabbim, bize sabır yağdır ve bizi
teslim olmuş (ruhumuz, fizik vücudumuz, nefsimiz ve irademiz) olarak öldür
(vefat ettir).

7/A'RÂF-127: Ve kâlel meleu min kavmi fir’avne e tezeru mûsâ ve kavmehu
li yufsidû fìl ardı ve yezereke ve âliheteke, kâle senukattilu ebnâehum ve
nestahyî nisâehum ve innâ fevkahum kâhirûn(kâhirûne).
Ve
firavunun kavminden ileri gelenler şöyle dedi: “Musa (A.S)'ı ve onun kavmini,
yeryüzünde fesat çıkarsınlar ve seni ve ilâhlarını terketsinler diye bırakacak
mısın?” (Firavun): “Onların oğullarını keseceğiz (öldüreceğiz) ve kadınlarını
sağ (canlı) bırakacağız.” Ve muhakkak ki; biz onların üstünde kahharız (onlara
güç kullanacak, tutup yakalayacak kuvvetteyiz).” dedi.

7/A'RÂF-128: Kâle mûsâ li kavmihisteînû billâhi vasbirû, innel arda
lillâhi yûrisuhâ men yeşâu min ibâdih(ibâdihî), vel âkıbetu lil
muttekîn(muttekîne).
Musa (A.S) kavmine şöyle dedi:
“Allah'tan yardım isteyin ve sabredin! Şüphesiz yeryüzü Allah'ındır. Kullarından
dilediğini ona varis kılar. Ve sonuç (zafer) takva sahiplerinindir.”

7/A'RÂF-129: Kâlû ûzînâ min kabli en te’tiyenâ ve min ba’di mâ ci’tenâ,
kâle asâ rabbukum en yuhlike aduvvekum ve yestahlifekum fîl ardı fe yanzure
keyfe ta’melûn(ta’melûne).
Şöyle dediler: “Sen, bize
gelmeden önce de ve bize getirdiğin şeyden sonra da bize eziyet edildi, (Hz.
Musa da) dedi ki: “Umulur ki; Rabbiniz sizin düşmanınızı helâk eder (yok eder)
ve yeryüzünde sizleri halifeler yapar (onların yerine hakim kılar). Böylece
nasıl amel edeceğinize (davranacağınıza) bakar.”

7/A'RÂF-130: Ve lekad ehaznâ âle fir’avne bis sinîne ve naksın mines
semerâti leallehum yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Ve andolsun
ki; firavunun ailesini yıllarca ürünlerden kıtlığa uğrattık. Böylece onlar
tezekkür etsinler diye.

7/A'RÂF-131: Fe izâ câethumul hasenetu kâlû lenâ hâzih(hâzihî), ve in
tusibhum seyyietun yettayyerû bi mûsâ ve men meah(meahu), e lâ innemâ tâiruhum
indallahi ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık
onlara bir hasene geldiği zaman: “Bu bizim(hakkımız)dır.” dediler. Ve onlara bir
kötülük isabet edince (onu) Musa (A.S) ve beraberindekilerin uğursuzluğu
sayıyorlar. Fakat onların uğursuzluğu Allah tarafından değil mi? Ve lâkin
onların çoğu bilmiyorlar.

7/A'RÂF-132: Ve kâlû mehmâ te’tinâ bihî min âyetin li tesharenâ bihâ fe
mâ nahnu leke bi mu’minîn(mu’minîne).
Ve şöyle dediler:
“Onunla bizi büyülemek için bize âyetlerden (mucizelerden) ne getirsen gene de
biz sana inanacak değiliz.”

7/A'RÂF-133: Fe erselnâ aleyhimut tûfâne vel cerâde vel kummele ved
dafâdia ved deme âyâtin mufassalâtin festekberû ve kânû kavmen
mucrimîn(mucrimîne).
Bundan sonra, onların üzerine ayrı ayrı
(zaman zaman) mucizeler, tufan, çekirge (afeti), bit (afeti), kurbağa (afeti) ve
kan gönderdik. Buna rağmen kibirlendiler ve mücrim (günahkâr ve suçlu) bir kavim
oldular.

7/A'RÂF-134: Ve lemmâ vakaa aleyhimur riczu kâlû yâ mûsed’u lenâ rabbeke
bi mâ ahide indek(indeke), le in keşefte anner ricze le nu’minenne leke ve le
nursilenne meake benî isrâîl(isrâîle).
Ve azap üzerlerine
geldiği (vuku bulduğu) zaman: “Ya Musa (Allah'ın) seni sahip kıldığı ahd
(nübüvvet ahdi) sebebiyle bizim için Rabbine dua et. Eğer bizden azabı
kaldırırsan, biz sana mutlaka inanırız ve mutlaka İsrailoğullarını seninle
beraber göndeririz.” dediler.

7/A'RÂF-135: Fe lemmâ keşefnâ anhumur ricze ilâ ecelin hum bâligûhu izâ
hum yenkusûn(yenkusûne).
Böylece onlar, o ecele (sona)
ulaşana kadar onlardan azabı kaldırdığımız (açtığımız) zaman, onlar sözlerini
nakzediyorlar (sözlerinden dönüyorlar).

7/A'RÂF-136: Fentekamnâ minhum fe agraknâhum fîl yemmi biennehum kezzebû
bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Âyetlerimizi
yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyle, böylece onlardan intikam aldık
ve onları denizde boğduk.

7/A'RÂF-137: Ve evresnel kavmellezîne kânû yustad’afûne meşârikal ardı ve
megâribehelletî bâreknâ fîhâ, ve temmet kelimetu rabbikel husnâ alâ benî isrâîle
bi mâ saberû, ve demmernâ mâ kâne yasnau fir’avnu ve kavmuhu ve mâ kânû
ya’rişûn(ya’rişûne).
Ve zayıf bırakılmış kavmi, arzın
bereketlendirdiğimiz doğusuna ve batısına varis kıldık. Ve İsrailoğullarına
sabırlarından dolayı Rabbinizin güzel sözü tamamlandı. Firavunun ve onun
kavminin yapmış olduklarını ve kurdukları çardakları (köşkleri, binaları) harap
ettik.

7/A'RÂF-138: Ve câveznâ bi benî israîlel bahre fe etev alâ kavmin
ya’kufûne alâ asnâmin lehum, kâlû yâ mûsac’al lenâ ilâhen ke mâ lehum âlihetun,
kâle innekum kavmun techelûn(techelûne).
Ve
İsrailoğullarını denizden geçirdik kendilerinin olan (yalnız onlara ait) putlara
devamlı tapan bir kavimle karşılaştılar. Şöyle dediler: “Ey Musa! Onların
ilâhları gibi bize de ilâh yap.” Musa (A.S): “Muhakkak ki siz, cahillik eden bir
kavimsiniz.” dedi.

7/A'RÂF-139: İnne hâulâi mutebberun mâ hum fîhi ve bâtılun mâ kânû
ya’melûn(ya’melûne).
Muhakkak ki; bunlar onların içinde
bulundukları şey (dîn sebebiyle) helâk olmuştur. Ve yapmış oldukları şey
bâtıldır (boştur).

7/A'RÂF-140: Kâle e gayrallâhi ebgîkum ilâhen ve huve faddalekum alel
âlemîn(âlemîne).
“O, sizi âlemlere üstün kılmışken, size
Allah'tan başka bir ilâh mı isteyeyim?” dedi.

7/A'RÂF-141: Ve iz enceynâkum min âli fir’avne yesûmûnekum sûel
azâb(azâbi), yukattilûne ebnâekum ve yestahyûne nisâekum ve fî zâlikum belâun
min rabbikum azîm(azîmun).
Ve sizi kötü azaba maruz bırakan
firavun ailesinden kurtarmıştık. Oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ
bırakıyorlar. Ve bunda Rabbinizden büyük bir imtihan var.

7/A'RÂF-142: Ve vâadnâ mûsâ selâsîne leyleten ve etmemnâhâ bi aşrin fe
temme mîkâtu rabbihî erbaîne leyleh(leyleten), ve kâle mûsâ li ahîhi
hârûnahlufnî fî kavmî ve aslıh ve lâ tettebi’ sebîlel mufsidîn(mufsidîne).
Musa (A.S)'a otuz gece vaad ettik ve onu on ile tamamladık.
Böylece onun Rabbinin kararlaştırdığı zaman, kırk geceye tamamlandı. Ve Musa
(A.S), kardeşi Harun'a şöyle dedi: “Kavmimde bana halef ol (benim yerime geç) ve
ıslâh et ve müfsidlerin (fesat çıkaranların) yoluna tâbî olma.”

7/A'RÂF-143: Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle
rabbi erinî enzur ileyk(ileyke), kâle len terânî ve lakininzur ilel cebeli fe
inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu lil cebeli cealehu
dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene
evvelul mu’minîn(mu’minîne).
Musa (A.S), tayin ettiğimiz
(belirlediğimiz) zamanda gelince, Rabbi onunla konuştu. (Musa A.S) şöyle dedi:
“Rabbim, bana (Kendini) göster, Sana bakayım.” (Allahû Tealâ): “Beni asla
göremezsin. Ve fakat dağa bak! O, mekânını kararlı tutabilirse (yerinde
durabilirse); o zaman sen, Beni görürsün.” buyurdu. Rabbi, dağa tecelli ettiği
zaman onu paramparça etti. Musa (A.S), bayılarak yere düştü. Sonra ayıldığı
zaman: “Sen Sübhan'sın (Seni tenzih ederim). Sana tövbe ederim. Ben, mü'minlerin
ilkiyim.” dedi.

7/A'RÂF-144: Kâle yâ mûsâ innîstafeytuke alen nâsi bi risâlâtî ve bi
kelâmî fe huz mâ âteytuke ve kun mineş
şâkirîn(şâkirîne).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Ey Musa!
Muhakkak ki; Ben, risaletimle ve kelâmımla seni insanların üzerine seçtim. Artık
sana verdiğim şeyleri al. Ve şükredenlerden ol.”

7/A'RÂF-145: Ve ketebnâ lehu fîl elvâhı min kulli şey’in mev’ızaten ve
tafsîlen li kulli şey’in fe huzhâ bi kuvvetin ve’mur kavmeke ye’huzû bi ahsenihâ
seurîkum dârel fâsikîn(fâsikîne).
Ve Biz, ona (Hz. Musa'ya)
levhalarda herşeyden vaaz ederek (öğüt vererek) ve herşeyi tafsil ederek (kesin
hükümle ayrı ayrı açıklayarak) yazdık. Artık onu kuvvetlice tut ve kavmine
emret. Onu, en güzel şekilde alsınlar (uygulasınlar). Yakında size fasıklar
yurdunu göstereceğim.

7/A'RÂF-146: Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril
hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ
yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike
bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden
çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler,
onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların,
âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.

7/A'RÂF-147: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhireti habitat
a’mâluhum, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve âyetlerimizi ve ahirete ulaşmayı (hayatta iken ruhun
Allah'a ulaşmasını) inkâr eden kimselerin amelleri, heba oldu (boşa gitti).
Onlar, yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılır (karşılık
verilir)?

7/A'RÂF-148: Vettehaze kavmu mûsâ min ba’dihî min huliyyihim iclen
ceseden lehu huvâr(huvârun), e lem yerev ennehu lâ yukellimuhum ve lâ yehdîhim
sebîlen ittehazûhu ve kânû zâlimîn(zâlimîne).
Musa (A.S)'nın
kavmi, ondan sonra (Musa A.S'ın Tur dağına gitmesinden sonra) ziynet
eşyalarından, böğüren (ses çıkaran) bir buzağı heykeli (yapıp) onu (ilâh)
edindiler. Onun, onlarla konuşmadığını ve onları yola hidayet etmediğini
(hidayete erdirmediğini) görmüyorlar mı? Onu (ilâh) edindiler ve zalimler
oldular.

7/A'RÂF-149: Ve lemmâ sukıta fî eydîhim ve reev ennehum kad dallû kâlû le
in lem yerhamnâ rabbunâ ve yağfir lenâ le nekûnenne minel
hâsirîn(hâsirîne).
Ve ellerinin arasına düşürülünce
(akılları başlarına gelince pişman oldular) dalâlete düşmüş olduklarını
gördüler: “Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi mağfiret etmezse, mutlaka
biz hüsrana düşenlerden oluruz.” dediler.

7/A'RÂF-150: Ve lemmâ recea mûsâ ilâ kavmihî gadbâne esifen kâle bi’semâ
haleftumûnî min ba’dî, e aciltum emre rabbikum, ve elkal elvâha ve ehaze bi
re’si ahîhi yecurruhû ileyh(ileyhi), kâlebne umme innel kavmestad’afûnî ve kâdû
yaktulûnenî fe lâ tuşmit biyel a’dâe ve lâ tec’alnî meal kavmiz
zâlimîn(zâlimîne).
Ve Musa (A.S), (Allahû Tealâ'nın
huzurundan) üzüntülü ve öfkeli olarak döndüğü zaman (Allahû Tealâ, ona kavminin
saptığını söylemişti: Taha-85). Onlara şöyle dedi: “Benden sonra (benim
yokluğumda) bana ne kötü halef oldunuz. Rabbinizin emrine acele mi ettiniz
(beklemediniz)?” Ve levhaları bıraktı. Kardeşinin başını tuttu. Onu kendine
doğru çekiyor(ken), (Harun A.S) şöyle dedi: “Ey annem oğlu! Muhakkak ki; (bu)
kavim, beni zayıf (güçsüz) buldu. Neredeyse beni öldürüyorlardı. Artık benimle
(bana böyle yaparak), düşmanlarımın yüzlerini güldürme (sevindirme) ve beni,
zalim kavim ile beraber kılma.”

7/A'RÂF-151: Kâle rabbıgfirlî ve li ahî ve edhilnâ fî rahmetike ve ente
erhamur râhımîn(râhımîne).
(Musa A.S) şöyle dedi: “Rabbim,
beni ve kardeşimi mağfiret et ve bizi rahmetinin içine al (dahil et).Ve Sen,
rahmet edenlerin en çok rahmet edenisin.”

7/A'RÂF-152: İnnellezînettehazûl ıcle seyenâluhum gadabun min rabbihim ve
zilletun fîl hayâtid dunyâ, ve kezâlike neczîl
mufterîn(mufterîne).
Muhakkak ki; buzağıyı (ilâh) edinen
kimseler, Rab'lerinden bir gazaba ve dünya hayatında bir zillete uğrayacaklar.
Ve işte böyle, iftira edenleri cezalandırırız.

7/A'RÂF-153: Vellezîne amilûs seyyiâti summe tâbû min ba’dihâ ve âmenû
inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve
seyyiat (derecat kaybettiren ameller) işleyenler, sonra da ondan (o seyyiatten)
sonra (mürşid önünde) tövbe ettiler ve âmenû oldular (ise) muhakkak ki; senin
Rabbin, ondan (âmenû olduktan) sonra elbette Gafur (günahları sevaba çeviren)dur
ve Rahîm (rahmet gönderen)dir.

7/A'RÂF-154: Ve lemmâ sekete an mûsel gadabu ehazel elvâh(elvâha), ve fî
nushatihâ huden ve rahmetun lillezîne hum li rabbihim
yerhebûn(yerhebûne).
Ve Musa (A.S)'nın öfkesi yatışınca
levhaları aldı. Onun (levhaların bir) nüshasında hidayet (Hakk'a hidayet,
Allah'a ulaşma) vardır. Ve o, Rab'lerinden korkan kimseler için bir
rahmettir.

7/A'RÂF-155: Vahtâra mûsâ kavmehu seb’îne raculen li mîkâtinâ, fe lemmâ
ehazet humur recfetu kâle rabbi lev şi’te ehlektehum min kablu ve iyyâye, e
tuhlikunâ bi mâ feales sufehâu minnâ, in hiye illâ fitnetuk(fitnetuke), tudıllu
bihâ men teşâu ve tehdî men teşâu ente veliyyunâ fâgfirlenâ verhamnâ ve ente
hayrûl gâfirîn(gâfirîne).
Ve Musa (A.S), Bizim
belirlediğimiz buluşma zamanımız için kavminden yetmiş adam seçti. Onları,
şiddetli bir sarsıntı yakalayınca şöyle dedi: “Rabbim, şâyet dileseydin daha
önce onları ve beni helâk ederdin. İçimizden sefihlerin yaptıklarından dolayı,
bizi helâk mı edeceksin? O ancak Senin bir imtihanındır. Onunla dilediğini
dalâlette bırakırsın ve dilediğini hidayete erdirirsin. Sen, bizim dostumuzsun.
Artık bizi mağfiret et ve bize rahmet (merhamet) et. Sen, mağfiret edenlerin en
hayırlısısın.”

7/A'RÂF-156: Vektub lenâ fî hâzihid dunyâ haseneten ve fîl âhıreti innâ
hudnâ ileyk(ileyke), kâle azâbî usîbu bihî men eşâu ve rahmetî vesiat kulle
şey’(şey’in), fe se ektubuhâ lillezîne yettekûne ve yu’tûnez zekâte vellezîne
hum bi âyâtinâ yu’minûn(yu’minûne).
Bize bu dünyada ve
ahirette (yevm'il âhirde, kıyâmet gününde, hayat gününde) haseneler (güzel
ameller, derecat kazandıran ameller) yaz (pozitif derecelerimizi, negatif
derecelerimizden daha çok kazandır). Gerçekten biz tövbe edip, Sana döndük.
Allahû Tealâ, şöyle buyurdu: “Azabımı dilediğime isabet ettiririm. Ve rahmetim
herşeyi kuşattı. Böylece onu (haseneyi) takva sahiplerine ve zekâtı veren
kimselere yazacağım. Ve onlar ki; onlar, âyetlerimize îmân ederler
(mü'minlerdir).”

7/A'RÂF-157: Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî
yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve
yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul
habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû
bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul
muflihûn(muflihûne).
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve
İncil'de yazılı buldukları ümmî, nebî, resûle tâbî olurlar. Onlara ma'ruf ile
(irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve
güzel olan şeyleri), helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri), onlara
haram kılar. Ve onların, ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip, günahlarının
ağırlığını) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri, (ruhu vücuda bağlayan bağ ve
fetih kapısının üzerindeki 7 baklalı altın zincir) kaldırır. Artık onlar, O'na
îmân ettiler ve O'na saygı gösterdiler ve O'na yardım ettiler ve O'nunla beraber
indirilen Nur'a (Kur'ân-ı Kerim'e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha
(kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir.

7/A'RÂF-158: Kul yâ eyyuhen nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî
lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît(yumîtu),
fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyil ummiyyillezî yu’minu billâhi ve
kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn(tehtedûne).
De ki:
“Ey insanlar! Muhakkak ki; ben, sizin hepinize (gönderilen) Allah'ın resûlüyüm.
O ki; semaların ve arzın mülkü, O'nundur. O'ndan başka ilâh yoktur. O, hayat
verir (yaşatır) ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve O'nun ümmî, nebî, resûlüne îmân
edin ki; O, Allah'a ve O'nun kelimelerine (sözlerine) inanır (îmân eder). Ve
O'na tâbî olun ki; böylece siz, hidayete eresiniz.”

7/A'RÂF-159: Ve min kavmi mûsâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî
ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve Musa (A.S)'ın kavminden bir ümmet
vardır. Hakk'a hidayet ederler (hidayete ulaştırırlar). Ve onunla (hak ile)
adaletle hükmederler.

7/A'RÂF-160: Ve katta’nâhumusnetey aşrete esbâtan umemâ(umemen), ve
evhaynâ ilâ mûsâ izisteskâhu kavmuhu enıdrıb bi asâkel hacer(hacere), fenbeceset
minhusnetâ aşrete aynâ(aynen), kad alime kullu unâsin meşrebehum, ve zallelnâ
aleyhimul gamame ve enzelnâ aleyhimul menne ves selvâ, kulû min tayyibâti mâ
rezaknâkum, ve mâ zâlemûnâ ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Ve onları ümmet olarak on iki sıbt'a ayırdık. Kavmi ondan
su istediği zaman, Musa (A.S)'a asasını taşa vurmasını vahyettik. Hemen ondan on
iki pınar fışkırdı. Her grup insan, içeceği yeri bildi. Ve onların üzerini
bulutla gölgeledik. Ve onlara, kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Sizi
rızıklandırdığımız helâl şeylerden yeyin! Ve (onlar), bize zulmetmediler, fakat
kendi nefslerine zulmettiler.

7/A'RÂF-161: Ve iz kîle lehumuskunû hâzihil karyete ve kulû minhâ haysu
şi’tum ve kûlû hıttatun vedhulûl bâbe succeden nagfir lekum hatîâtikum,
senezîdul muhsinîn(muhsinîne).
Ve onlara: “Bu şehirde
yerleşin ve ondan dilediğiniz yerden yeyin, af dilediğinizi söyleyin ve kapıdan
secde ederek girin.” denilmişti. “Sizin hatalarınızı mağfiret edelim ve
muhsinlere daha da arttıralım.”

7/A'RÂF-162: Fe beddelellezîne zalemû minhum kavlen gayrellezî kîle lehum
fe erselnâ aleyhim riczen mines semâi bi mâ kânû
yazlimûn(yazlimûne).
Böylece onlardan zulmedenler, sözü;
onlara söylenenden başka bir sözle değiştirdiler. Bunun üzerine, yapmış
oldukları zulümler sebebiyle, semadan onların üzerine bir azap
gönderdik.

7/A'RÂF-163: Ves’elhum anil karyetilletî kânet hâdıratel bahri iz ya’dûne
fîs sebti iz te’tîhim hîtânuhum yevme sebtihim şurre’an ve yevme lâ yesbitune lâ
te’tîhim, kezâlike neblûhum bi mâ kânû
yefsukûn(yefsukûne).
Ve onlara (bir zamanlar) deniz
kenarında olan beldeden sor. Balıkları onlara yasak uygulama günlerinde
(cumartesi günü) akın akın geldiği zaman, (o gün) cumartesi gününde haddi
aşıyorlar (yasağı uygulamıyorlar). Ve yasak uygulamama günü onlara (balıklar)
gelmiyorlar. İşte böyle, fıska düşmüş olduklarından dolayı onları imtihan
ediyorduk.

7/A'RÂF-164: Ve iz kâlet ummetun minhum lime teizûne kavmenillâhu
muhlikuhum ev muazzibuhum azâben şedîdâ(şedîden), kâlû ma’zireten ilâ rabbikum
ve leallehum yettekûn(yettekûne).
Ve onlardan bir ümmet:
“Allah'ın helâk edeceği (yok edeceği) veya şiddetli bir azapla azap edeceği bir
kavme niçin öğüt veriyorsunuz?” dedikleri zaman şöyle dediler: “Rabbinize bir
özür olsun ve böylece (bu öğütle) takva sahibi olurlar.” diye.

7/A'RÂF-165: Fe lemmâ nesû mâ zukkirû bihî enceynellezîne yenhevne anis
sûi ve ahaznellezîne zalemû bi azâbin beîsin bi mâ kânû
yefsukûn(yefsukûne).
Artık onunla öğüt verildikleri şeyi
unuttukları zaman, kötülükten men (nehy) edenleri kurtardık. Ve zulüm edenleri,
fıska düşmüş olduklarından dolayı kötü bir azapla aldık (yakaladık).

7/A'RÂF-166: Fe lemmâ atev an mâ nuhû anhu kulnâ lehum kûnû kıredeten
hâsiîn(hâsiîne).
Böylece onlar, ondan nehyedildikleri şeyde
haddi aşınca, onlara: “Aşağılık maymunlar olun!” dedik.

7/A'RÂF-167: Ve iz teezzene rabbuke le yeb’asenne aleyhim ilâ yevmil
kıyâmeti men yesûmuhum sûel azâb(azâbi), inne rabbeke le serîul ıkâbi ve innehu
le gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve senin Rabbin kıyâmet gününe
kadar, onlara azabın en kötüsünü yapacak kişileri mutlaka göndereceğini
bildirmişti. Muhakkak ki senin Rabbin ikabı (cezası) çabuk olandır. Ve gerçekten
O, elbette Gafur ve Rahîm'dir.

7/A'RÂF-168: Ve katta’nâhum fîl ardı umemâ(umemen), minhumus sâlihûne ve
minhum dûne zâlike ve belevnâhum bil hasenâti ves seyyiâti leallehum
yerciûn(yerciûne).
Ve yeryüzünde onları ümmetlere
(topluluklara) ayırdık. Onlardan bir kısmı salihler ve bir kısmı bunlardan
başkalarıdır (salih olmayanlar). Ve onları, hasenat (pozitif derece kazandıran
ameller) ve seyyiat (negatif derece kazandıran ameller) ile imtihan ettik ki;
böylece (Allah'a) dönsünler diye.

7/A'RÂF-169: Fe halefe min ba’dihim halfun verisûl kitâbe ye’huzûne arada
hâzel ednâ ve yekûlûne se yugferu lenâ ve in ye’tihim aradun misluhu
ye’huzûh(ye’huzûhu), e lem yu’haz aleyhim mîsâkul kitâbi en lâ yekûlû alâllâhi
illel hakka ve deresû mâ fîh(fîhî), ved dârul âhıretu hayrun lillezîne
yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Artık
onlardan sonra, sonraki nesil halef oldu (onların yerine geçti). Kitab'a varis
oldular. Ve: “Yakında bize mağfiret edilecek (günahlarımız sevaba çevrilecek).”
diyerek, bu değersiz dünya malını alırlar (aldılar). Ve onun gibi bir misli daha
dünya malı onlara gelse, onu da alırlar. Allah'a karşı haktan başka bir şey
söylememeleri için onlardan Kitab'ın misaki alınmadı mı? Ve O'nun içindekileri,
onlar okudular (öğrendiler). Takva sahibi olanlar için ahiret yurdu daha
hayırlıdır. Hâlâ akıl etmez misiniz?

7/A'RÂF-170: Vellezîne yumessikûne bil kitâbi ve ekâmus salâte innâ lâ
nudîu ecrel muslihîn(muslihîne).
Onlar ki; Kitab'a sımsıkı
sarılırlar ve namazı ikame ederler. Muhakkak ki Biz, salih olanların ecrini zayi
etmeyiz.

7/A'RÂF-171: Ve iz netaknel cebele fevkahum ke ennehu zulletun ve zannû
ennehu vâkıun bihim, huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vezkurû mâ fîhi leallekum
tettekûn(tettekûne).
Ve dağı, bir gölge gibi onların
üzerine çekip kaldırdığımız zaman onu, üzerlerine düşecek zannettiler. Size
verdiğimiz şeyi, kuvvetle tutun ve onun içinde olanı (emir ve yasakları),
hatırlayın (uygulayın). Böylece siz, takva sahibi olursunuz.

7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim
zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ,
şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ
gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan
gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin,
Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları,
nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz
değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit
olduk.”

7/A'RÂF-173: Ev tekûlû innemâ eşreke âbâunâ min kablu ve kunnâ
zurriyyeten min ba’dihim, e fe tuhlikunâ bimâ fealel
mubtilûn(mubtilûne).
Veya fakat daha önce babalarımız da
şirk koştu ve biz onlardan sonraki nesiliz. Hal böyle iken bâtılla amel
edenlerin yaptıklarından dolayı mı bizi helâk edeceksin?” dersiniz diye.

7/A'RÂF-174: Ve kezâlike nufassılul âyâti ve leallehum
yerci’ûn(yerci’ûne).
Ve işte böyle âyetlerimizi ayrı ayrı
açıklıyoruz ki; böylece onlar, (Allah'a) dönsünler diye.

7/A'RÂF-175: Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ fenseleha minhâ fe
etbeahuş şeytânu fe kâne minel gâvîn(gâvîne).
Onlara,
âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan
(âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar
görenlerden (azgınlardan) oldu.

7/A'RÂF-176: Ve lev şi’nâ le refa’nâhu bihâ ve lâkinnehû ahlede ilel ardı
vettebea hevâh(hevâhu), fe meseluhu ke meselil kelb(kelbi), in tahmil aleyhi
yelhes ev tetrukhu yelhes, zâlike meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ,
faksusîl kasasa leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve
şâyet dileseydik onu, onunla (âyetlerimizle) elbette yükseltirdik. Ve fakat o
dünyaya meyletti ve hevasına (nefsinin afetlerine) tâbî oldu. Artık onun hali,
köpeğin hali gibidir ki; onunla ilgilensen de solur, onu terketsen de (kendi
haline bıraksan da) solur. Âyetlerimizi yalanlayan kavmin hali işte böyledir.
Artık bu kısası anlat, böylece onlar tefekkür ederler.

7/A'RÂF-177: Sâe meselennil kavmullezîne kezzebû bi âyatinâ ve enfusehum
kânû yazlimûn(yazlimûne).
Âyetlerimizi yalanlayan kavmin
hali ne kötü. Ve (onlar) nefslerine zulmetmiş oldular.

7/A'RÂF-178: Men yehdillâhu fehuvel muhtedî ve men yudlil fe ulâike humul
hâsirûn(hâsirûne).
Allah kimi hidayete erdirirse (kendisine
ulaştırırsa), artık o hidayete ermiştir. Ve kim dalâlette bırakılırsa, işte
onlar, onlar artık hüsrana uğrayanlardır (nefslerini hüsrana
düşürenlerdir).

7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi
lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum
âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul
gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve
cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh
(idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları
vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok
dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.

7/A'RÂF-180: Ve lillâhil esmâul husnâ fed’uhu bihâ ve zerûllezîne
yulhıdûne fî esmâih(esmâihî), se yuczevne mâ kânû
ya’melûn(ya’melûne).
En güzel isimler Allah'ındır, artık
O'na onunla (esmaları ile) dua ediniz! Allah'ın isimlerini (mânâsını)
saptıranları terket! Yapmış oldukları şeyden dolayı yakında
cezalandırılacaklar.

7/A'RÂF-181: Ve mimmen halâknâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî
ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve yarattıklarımızdan bir ümmet vardır
ki, Hakk'a (Allah'a) ulaştırırlar ve onunla adaletle hükmederler.

7/A'RÂF-182: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ se nestedricuhum min haysu lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Âyetlerimizi yalanlayanları, onların
derecelerini, bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş azaltacağız (böylece yavaş
yavaş helâke yaklaştıracağız).

7/A'RÂF-183: Ve umlî lehum, inne keydî
metîn(metînun)
Ve onlara mühlet veririm, benim tuzağım
(hilem) metindir (çetindir, katlanması zordur).

7/A'RÂF-184: E ve lem yetefekkerû mâ bi sâhıbihim min cinneh(cinnetin),
in huve illâ nezîrun mubîn(mubînun).
Ve onların sahibinde
cinnetten (delilikten) yana bir şey olmadığını tefekkür etmezler mi? O ancak
apaçık bir nezirdir.

7/A'RÂF-185: E ve lem yanzurû fî melekûtis semâvâti vel ardı ve mâ
halakallâhu min şey’in ve en asâ en yekûne kadıkterebe eceluhum, fe bi eyyi
hadîsin ba’dehu yu’minûn(yu’minûne).
Onlar yerlerin,
göklerin hükümranlığına (sünnetullaha, idaresine) ve Allah'ın yarattığı şeylere
ve ecellerinin yaklaşmış olması ihtimaline bakmıyorlar mı? Ondan sonra artık
hangi söze inanırlar (mü'min olurlar).

7/A'RÂF-186: Men yudlilillâhu fe lâ hâdiye leh(lehu), ve yezeruhum fî
tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Allah kimi dalâlette
bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları
azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır).

7/A'RÂF-187: Yes’elûneke anis sâ’ati eyyâne mursâhâ, kul innemâ ilmuhâ
inde rabbî, lâ yucellîhâ li vaktihâ illâ huv(huve), sekulet fîs semâvâti vel
ard(ardı), lâ te’tîkum illâ bagtete(bagteten), yes’elûneke ke enneke hafiyyun
anhâ, kul innemâ ilmuhâ indallâhi ve lâkinne ekseren nâsi lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Sana saati (kıyâmet) ne zaman
olacağını (karar kılındığını) soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak Rabbimin
katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. Yerlere ve göklere ağır
geldi, o size ansızın gelir (ansızın olmaktan başka bir şekilde gelmez). Sen
sanki ondan haberdarmışsın gibi soruyorlar. “Onun ilmi yalnızca Allah'ın
katındadır.” de. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.

7/A'RÂF-188: Kul lâ emliku li nefsî nef’an ve lâ darran illâ
mâşaallâh(mâşaallâhu), ve lev kuntu a’lemul gaybe lesteksertu minel hayri ve mâ
messeniyes sûu in ene illâ nezîrun ve beşîrun li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
De ki: “Allah'ın dilemesi hariç, ben kendime fayda veya
zarar verecek güce malik değilim. Eğer ben gaybı bilseydim, hayrı mutlaka
çoğaltırdım, bana bir kötülük dokunmazdı. Ben ancak mü'min olan kavim için bir
nezir (uyaran) ve müjdeleyiciyim.

7/A'RÂF-189: Huvellezî halakakum min nefsin vâhıdetin ve ceale minhâ
zevcehâ li yeskune ileyhâ, fe lemmâ tegaşşâhâ hamelet hamlen hafîfen fe merret
bihî, fe lemmâ eskalet deavâllâhe rabbehumâ lein âteytenâ sâlihan le nekûnenne
mineş şâkirîn(şâkirîne).
Sizi bir nefsten yaratan ve onunla
sükûn bulmanız için, ondan onun eşini yaratan O'dur. Böylece, onu (sarılıp)
örtünce, hafif bir yük yüklendi (hamile kaldı). Artık onunla dolaştı.
Ağırlaştığı zaman ikisinin Rabbi Allah'a (ikisi) dua ettiler: “Eğer bize bir
salih (evlât) verirsen mutlaka şükredenlerden oluruz.”

7/A'RÂF-190: Fe lemmâ âtâhumâ sâlihan cealâ lehu şurakâe fîmâ âtâhumâ, fe
teâlâllâhu ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
O ikisine salih bir
(evlât) verdiğimiz zaman o ikisine (insanlardan bir çifte) verdiği şeylerle
(hakkında) ona ortaklar kıldılar. Oysa Allahû Tealâ onların şirk koştuklarından
yücedir (Âlî'dir).

7/A'RÂF-191: E yuşrikûne mâ lâ yahluku şey’en ve hum yuhlekûn(yuhlekûne).
Onlar kendileri yaratılıyorken, bir şey yaratamayan şeyleri
şirk mi koşuyorlar?

7/A'RÂF-192: Ve lâ yestetîûne lehum nasran ve lâ enfusehum
yansurûn(yansurûne).
Ve onlara bir yardıma güç yetiremezler.
Ve onlar kendilerine (de) yardım edemezler.

7/A'RÂF-193: Ve in ted’ûhum ilel hudâ lâ yettebiûkum, sevâun aleykum e
deavtumûhum em entum sâmitûn(sâmitûne).
Ve eğer onları
hidayete (Allah'a ulaşmaya) çağırırsanız size tâbî olmazlar. Onları davet mi
ettiniz yoksa siz sessiz mi kaldınız? Sizin için birdir (sizin durumunuz
aynıdır, farketmez).

7/A'RÂF-194: İnnellezîne ted’ûne min dûnillâhi ıbâdun emsâlukum fed’ûhum
felyestecibû lekum in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Muhakkak ki;
Allah'tan başka dua ettikleriniz sizler gibi kullardır. Öyleyse onları çağırın.
Eğer doğru sözlü iseniz böylece size (sizin duanıza) icabet etsinler (duanızı
yerine getirsinler).

7/A'RÂF-195: E lehum erculun yemşûne bihâ, em lehum eydin yabtışûne bihâ,
em lehum a’yunun yubsırûne bihâ, em lehum âzânun yesmeûne bihâ, kulid’û
şurekâekum summe kîdûni fe lâ tunzırûn(tunzırûne).
Onların,
onlarla yürüdükleri ayakları mı var? Veya onlarla tuttukları elleri mi var? Veya
onlarla gördükleri gözleri mi var? Veya onlarla işittikleri kulakları mı var?
Söyle (onlara) ortaklarını çağırsınlar, sonra bana tuzak kursunlar. Böylece göz
açtırmayın (fırsat vermeyin).

7/A'RÂF-196: İnne veliyyiyallâhullezî nezzelel kitâbe ve huve yetevelles
sâlihîn(sâlihîne).
Muhakkak ki; Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i)
indiren Allah benim dostumdur. Ve O, salihlere velîlik yapar (dosttur).

7/A'RÂF-197: Vellezîne ted’ûne min dûnihî lâ yestetîûne nasrakum ve lâ
enfusehum yensurûn(yensurûne).
O'ndan başka dua ettiğiniz
şeyler (çağırdıklarınız) size yardım etmeye muktedir değillerdir (güç
yetiremezler) ve kendilerine de yardım edemezler.

7/A'RÂF-198: Ve in ted’ûhum ilel hudâ lâ yesme’û, ve terâhum yenzurûne
ileyke ve hum lâ yubsırûn(yubsırûne).
Ve onları eğer
hidayete (Allah'a ulaşmaya) çağırırsanız işitmezler. Ve onları sana bakar
görürsün ve onlar görmezler.

7/A'RÂF-199: Huzil afve ve’mur bil urfi ve a’rıd anil
câhilîn(câhilîne).
Affı ahzet (affı kendine usül edin) ve
irfanla emret ve cahillerden yüz çevir.

7/A'RÂF-200: Ve immâ yenzeganneke mineş şeytâni nezgun festeiz
billâh(billâhi), innehu semîun alîm(alîmun).
Ve fakat
şeytandan sana bir dürtü gelirse, hemen Allah'a sığın. Muhakkak ki O; işitendir,
bilendir.

7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineş şeytâni
tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).
Muhakkak ki; takva
sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman
(Allah'ı) tezekkür ederler (Allah'la tezekkür ederler). İşte o zaman onlar,
basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler:
Casiye-23).

7/A'RÂF-202: Ve ihvânuhum yemuddûnehum fîl gayyi summe lâ
yuksirûn(yuksirûne).
Ve onların (şeytanların) kardeşleri
onları cehenneme sürüklerler. Sonra (bundan) vazgeçmezler.

7/A'RÂF-203: Ve izâ lem te’tihim biâyetin kâlû lev lectebeytehâ, kul
innemâ ettebiu mâ yûhâ ileyye min rabbî hâzâ besâiru min rabbikum ve huden ve
rahmetun li kavmin yu’minûn (yu’minûne).
Ve onlara bir âyet
getirmediğin zaman “Onu derleyip toplasaydın (bir âyet düzseydin) olmaz mıydı?”
dediler. De ki: “Rabbimden bana ne vahyolunursa ben ancak ona tâbî olurum.” Bu,
Rabbinizden basiretler (kalp gözlerinizin görmesini sağlayacak olan
yardımlar)dır. Ve hidayete erdiren (Allah'a ulaştıran)dır. Ve mü'min olan
(kalbine îmân yazılan) bir kavim için rahmettir.

7/A'RÂF-204: Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû lehu ve ensıtû leallekum
turhamûn(turhamûne).
Kur'ân okunduğu zaman artık onu
dinleyin! Ve susun ki; böylece rahmete kavuşturulursunuz.

7/A'RÂF-205: Vezkur rabbeke fî nefsike tedarruan ve hîfeten ve dûnel
cehri minel kavli bil guduvvi vel âsâli ve lâ tekun minel gâfilîn(gâfilîne).
Ve sabah ve akşam vakitlerinde Rabbini kendi kendine,
korkarak ve yalvararak, sözün sesli olmayanı ile zikret. Ve gâfillerden
olma.

7/A'RÂF-206: İnnellezîne inde rabbike lâ yestekbirûne an ibadetihî ve
yusebbihûnehu ve lehu yescudûn(yescudûne). (SECDE
ÂYETİ)
Muhakkak ki Allah'ın katında olanlar (huzur namazı
kılanlar), O'na ibadet etmekten kibirlenmezler. Ve O'nu tesbih ederler. Ve O'na
secde ederler.
ferdi7o
ferdi7o
Admin Webmaster

Брой мнения : 139
Join date : 07.07.2011
Age : 33

Върнете се в началото Go down

Върнете се в началото

- Similar topics

 
Права за този форум:
Не Можете да отговаряте на темите